Yorgunluktan olsa gerek sabah çokta erken saatte uyanmadık. Aslında dikkat ettim de o kadar koşturmamıza rağmen sabahın erken saatlerinde kalmamışız. Sanıyorum Kaş macerası hariç. Zaten Kelebekler Vadisinden kalan ağrılarımız devam ediyordu. Plan belliydi. Bu sebepten dolayı çok acelede etmiyorduk. Şirince‘ye gidecektik ama Efes‘e uğramadan olmazdı. Daha önce efesi gezmiştik ama bir kez daha gitmenin kimseye zararı yoktu. Hem belki yeni bir şeyler vardır diye düşündük, aslında yanlış düşünce olduğunu bile bile.
Biraz daha Yat Camping Motel‘den bahsedeyim. Şehrin içinde olduğunu söylemiştim. Hemen yat limanının karşısında. Yani ufak alışveriş merkezinin karşısında. İçeri doğru girerken, sol tarafta kahvaltı yeri ve küçük bir havuzu var. Akabinde küçük evleri ve daha sonra sağlı sollu park edilmiş karavan yerleri var. Sonrasında da çadır alanları. Görevlilerin bazıları çok alakalıyken bazıları da çok yüzsüzdü. Neyse ki içeri girdiğimizde onlarla pek muhatap olmadık. Giriş iki kişi için 37 lira. Buna çadır ve araç dahil. Kampın en güzel yanlarından biride çadırınızı olduğu alana arabanızı götürebiliyor olmanız. Yani malzeme taşımak zorunda kalmıyorsunuz. 37 liralık ücrete iki kişi, çadır ve araç dahil.
Yat Camping Motel eminim ki herkesin hayali olan karavan meselesini biraz daha düşünmemi sağladı. Bu sırada tabi gelip giderken halkımızın karavan hallerini de gördük. Bu arada sadece Türkler yoktu belirtmek isterim. Yabancılar da ağırlıktaydı. Ancak bizim Türkler bir başka. Her şeyleriyle bütün evlerini taşımışlar. Hem de dantellere varıncaya kadar. Bunun yanı sıra çanak anten kuranlar, dev ekran yada tüplü televizyon taşıyanlar da cabası. Biz mümkün olduğu kadar televizyondan ve gündemden uzaklaşmaya çalışırken bizim tatilcilerimizin bundan kopamaması ayrı bir konu. Demek ki aslında ailecek konuşacak bir şey kalmamış. Orada gördük ki yabancılar hiç bu şekilde aksiyonlara girmemiş.
Sabah kahvaltımızı hemen karşıda bulunan sandviççide yaptık. Biraz mekanı biz açmış gibi olduk ama neyse. Sonra Efes’e doğru yola çıktık. Sıcaktan yakınıyorduk ama Efes‘i gezmek için yine sıcağa kalmıştık. Biz geç kaldığımızı düşünürken aslında Efes’in boş olduğunu gördük. Yani bir önceki gezimizde adım atacak yer yoktu. Oldukça kalabalıktı ama bu sefer sakindi. Sıcak yakıyordu ama bizde turu hızlandırdık.
Efes (Ephesos), biliyorsunuz ki dünyanın en önemli antik kentlerinden biri. Önce Roma sonrada önemli bir yunan kenti olarak karşımıza çıkmış. Yunan döneminde İyonya‘nın on iki şehrinden biriymiş. Kuruluşu ise MÖ 6000 yıllarına kadar dayanıyormuş. 1994’te Dünya Mirası Geçici Listesi’ne bu sene de kalıcı Dünya Mirası olarak tescil edilmiş. Tabi bu alanda yıllar öncesinin kazılarıyla hala ayakta yeni bir şeyler yok. Geçen sefer dolanırken de Yamaç Evlere ücret konusundan dolayı girememiştik. Bu kez de aynı şeyi yaşadık. Hayır aslında girmeyeceğimizden değil ama ben bu mantığı anlamıyorum. Zaten giriş için bir ücret alıyorsun içeride bir alanı kapatıp bundan ekstra ücret almak nedir bilmiyorum. Mesela Pamukkale‘de de aynı şey oldu. Zaten içeri girmişiz, müzeye girerken de Müze Kart’larımız tekrar okuttular. Yamaç Evler için ise, bir uyarı asmışlar yoğunluktan dolayı Müze Kart girişi yapılmıyor bu sebepten dolayı ücretliymiş. Ne yoğunluğu bilemedim şimdi ve çok merak edip Türkiye’de aktif Müze Kart sayısını araştırdım ama bir şey bulamadım. Zaten İstanbul’da bir çok yerde de geçmiyor. Ah tabi bir şey daha var sarayların harem daireleri onlarda ekstra ücret. Bence bakanlık bu konuya çözüm bulmalı. Ben Türkiye’de kaç kişi sadece tarihi eserleri görmek için yola düşüyor merak ediyorum. Sayılı kişi müze kart alıyor ve gittikleri yerler belli başlı yerler ve zaten sen bu kişilerden bir Müze Kart Parası alıyorsun. Evet turizmden kazanmamız lazım ama bu kadar da sömürmek biraz ayıp.
Tabi şimdi ben uzun uzadıya Ephesus hakkında bilgi vermeyeceğim zaten bu konuda benim bilgim de kıt. Olanı da yazdım zaten. Çeşitli kaynaklardan kent hakkında bilgi alabilirler. Bizim daha önce gezmiş olmamız sebebi ile bu kez biraz daha b kapısına doğru yöneldik. Geçtiğimiz gezimizde Ana kapıdan girip Celsus Kütüphanesi‘nden sonra Nike heykeline gelmiş fazla ilerlemeden dönmüştük. Bu kez de aynı kapıdan girip bir önceki gezi yolumuzda çok fazla vakit geçirmeyip, B kapısına kadar yürüdük. Bu dakikadan sonra biraz resimlere bırakıyorum yeri. Çok fazla anlatacak bir şeyim yok açıkçası.





Efes / Ephesus










çeşitli ayrıntılarla Celsus Kütüphanesi




Efes / Ephesus
Efes çıkışında biraz soluklandıktan sonra, yolumuza devam ediyoruz. Sıcak iyice bastırmış durumda. Arabanın içi iyice alev almış. Zaten klimasız dolaşılmıyor ortalıkta. Bizde Şirince’ye doğru çeviriyoruz yönümüzü. Ancak Efes çıkışında bir trafik karşılıyor bizi. Efes için gelen tur otobüsleri, insanların araçları derken anlamsız bir sıkışıklık ana caddede ışıklara kadar bunaltıyor bizi. Bir yerde İstanbul’u yaşamakta fena olmadı. Bünyemizden tamamen bu hengameyi atmamış olduk. Sonra öğreniyoruz ki asıl sorun ışıklar. Bu arada bu gezide gördük ki bazı illerde garip bir trafik ışığı uygulaması var. Sanki sadece trafik olsun diye koyulmuş bu trafik ışıkları.
Sonunda Şirinceye varıyoruz. Hava yine sıcak. Dağ köyü olduğu için serin olacağını düşünmüştüm ama pekte öyle değil. Şirince’nin eski adı, “Kırkınca”ymış. Dağlarda vurulan kırk kişiye atfedildiği söyleniyor bu ismin. Rumların telafuzundan dolayı buraya Kirkice, Kirkince gibi isimler denilmiş. Öyle ki bu isim en sonunda Çirkince’ye kadar gitmiş ve köyün ismi Çirkince olmuş. Sonunda Cumhuriyet döneminde Çirkince olmuş Şirince.
Şirince özellikle incir üretimi ile meşhur bir Rum köyüymüş. Burada 19. yüzyılda, 1.800 hane yaşarmış. 1923’te Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi sonucu Rumlar buradan gönderilmiş. Gönderilen Rumlar orada aynı isimli bir köy kurmuşlar, Yunanistan’dan gelenler ise buraya yerleştirilmiş. Bir belgeselde izlemiştim. Biliyorsunuz ki Şirince şarapları ile ünlü. Bilhassa meyve şaraplarıyla. O dönem mübadele sonucunda Şirince’ye gelen Türkler’in bir çoğu, burada şarapla tanışmışlar. Daha sonra kendileri Rumlar’dan kalan malzemelerle şarap üretmeye başlamışlar. Bakmışlar hoşlarına gidiyor şarap, üretmeye devam etmişler ve bunu çeşitli meyvelerde de uygulamaya başlamışlar. Tabi benim izlediğim bu belgesel on yıllık bir belgeseldi. Şimdi ne o sakinlik ne o güzellik var Şirince’de.

Önceden evler şarapları üretir satarmış. Zaten Şirince’yi Şirince yapan da bu ev yapımı şaraplar. Ancak çıkan kanun gereği şarap yapım işi buradaki bir fabrikaya verilmiş ve haneler sadece kendilerine yetecek kadar şarap yapma izni almış. Satışları yasaklanmış. Tabi bu da bence büyük bir kayıp.

Şirince bir de kıyametle anılmıştı hatırlarsanız. Maya takvimine göre 21 Aralık 2012’de kopacak olan kıyamette yapılan açıklamalara göre Şirince’de kıyamet kopmayacakmış. Tabi bu işte biraz fos çıktı.
Şirince de iki eski kilise var. Biri küçük ve güzel manzaralı. Kilise kapalı olduğu için içini gezemedik. Büyük kilisede ise restorasyon vardı. Bizde şirincenin labirent gibi sokaklarında biraz dolandık. Yalnız sıcakta yokuş çıkmak biraz zor oluyor. Bizde dönmeye karar verdik.
Yol üstünde ne yersek ne yesek diye düşünürken, soluğu Kuşadasında alalım orada yiyecek bir şeyler buluruz dedik. Tabi bir yerlere gitme sorunumuz olmadığı için rahat takılıyoruz. Bu esnada Kuşadası çıkışında Plaj tabelası görüyoruz. Yeteri kadar sıcak bizi pişirmiş durumda kendimizi denize atmak için bu yöne sapıyoruz. Bu arada Pamucak’a kadar iniyoruz ve burada denize girelim diyoruz. Diğer taraflar birileri tarafından kapatılmış ve ücretli. Bize halk plajı lazım. Burada aracımızı park ediyor kıyafetlerimizi değiştiriyor sahile iniyoruz. Kum çok sıcak değil. Hafif rüzgar. Denize adımımızı atıyoruz ama su çok pis. Alıştık biz suyun dibini görmeye burada göremeyince tuhaf oluyor tabi. Biraz daha ilerliyoruz ama su bir türlü berraklaşmıyor.Gerçi insanlar giriyor denize.
Biraz ilerde küçük bir dere denize akıyor. Onun ilerisine deniz temizdir diye bakıyoruz ama yok. Toparlanıp dönüyoruz geri. Şu paralı plajlarda şansımızı deneyeceğiz. Oraya da geldiğimizde denize doğru bakıyoruz. Burası da çok temiz sayılmaz. Denize girme işi yattı. Gerçi Kuşadasında kamp yerimizin yakınında plaj var ama şimdi yat limanı olan yerde su nasıl olur güvenemiyoruz. Nihayetinde kampa girip. Bir duş alıp akşam yemeği için dolaşmaya çıkıyoruz.
Asıl amacımız balık yemek. Ya da şöyle güzel bir et. Ancak Kuşadasında öyle tam anlamıyla düzgün taze kıvamında yiyecek yer yok. Yada var biz bulamadık bilmiyorum ama tüm aramalarımız bizi sonuçsuz bıraktı. Sonunda madem artık klasikleşmiş restoran olacak olursa Marvista Cafe & Restaurant olsun dedik buraya girdik ve bu şekilde gezinin de en pahalı yemeğini yemiş olduk.



Yemeklerimiz: Çupra, salata, ve biftek (süslere bakın)
Restoran sahilde yer alıyor. Arada bir yol olmasına rağmen manzarayı görebiliyorsunuz. Güneşin batığını burada oturup izlemek güzeldi. Yemeklerin sunumu güzeldi ve mekan temizdi. Restoranda bir aşçı olduğu belliydi. Yemeklere bu kadar özenmekten belli. Kötü değildi ama (biz neler yedik) biraz daha lezzetli olsa daha iyiydi. Mesela Bafa’daki balık daha iyiydi. Gerçi biri buzluk onu düşünmek lazım.
Yemeklerimizi yeyip sohbetimizi edik, gelen geçeni izledikten sonra kamp alanımıza doğru yola koyulduk ve günü noktaladık. Yarın dönüş yolu bizi bekler…

Siz ne düşünüyorsunuz?