
Dört günlük bayram tatilini şifa bilip (bir günü de birleştirdik) İstanbul dışına kaçmak gibisi yok. Tabi gezi süreci dört gün değil sadece iki gündü. Bu da aslında mesafenin kısalığından ve yapılan plana bağımlı kalmaktan kaynaklıydı. Sonuç olarak pazar sabahı çıkılmış ve pazartesi akşamı bitmiş bir gezi bu. Zamanlama çok güzeldi, ne kalabalık, ne sıkıntılı bir yolculuktu. Yola çıkış amacımız dünyanın en pahalı çiçeği Safran’ı görmekti.
Malum Safran’ın hasat dönemi. Üç aylık bir çalışma ile safranı elde edebiliyorsunuz. Bu sırada Safran’ın 3 gramı 40 lira kadar. Kilosunu siz düşünün arık. Dünya’nın en pahalı çiçeği olma yolunda. Safran’ın gramı boyundan büyük işler yapıyor. Tabi iş safran olunca, çayı kolonyası, sabunu, her türlüsü var. Tabi bunlarda Safran’ın kokusu kullanıyor desek yalan olmaz. Bir gramı bu kadar pahalı olan bir çiçeğin bu alaşımlarda saf olarak kullanılması nasıl bir masraf orasını siz düşünün.

Yedi yüz elli metre karelik bir alanda yaklaşık, yedi yüz elli gram ile bir kilo arası Safran çiçeği elde edebiliyorsunuz. Tabi burada çiçeğin tamamını değil sadece organları kullanılıyor. Kırmızı olan Tepecik (Stigma) dişi üreme ucu çiçeğin en pahalı kısmı. Stamen erkek üreme ucu ise sarı renkli ve daha ucuz olan kısmı. Tabi burada para eden kırmızı kısmı. Sarı kısım biraz daha ucuz. Tabi burada yaklaşık 200 bin uç bir kilo yapıyor varın siz düşünün gerisini. (Ayrıntılı bilgi için http://tr.wikipedia.org/wiki/Safran)

Safranbolu, Karabük’e bağlı. İstanbul üzerinden yaklaşık 410 km. Karabük’ün il olmasında en büyük nedenlerden biri de Türkiye’nin il demir çelik fabrikasının burada olması. Tabi bu iyi güzel de Karabük’ü gördüğünüz anda Kardemir Karabük Demir Çelik fabrikasının o genzinizi yakan, pis dumanının sizi karşılaması, her ne kadar bende çok temiz bir yerde yaşamasam da, orada yaşayan insanlara acımamı sağladı. Öyle ki sürekli duman altında, kasvetli bir şehir Karabük. Eğer alışık değilseniz sürekli genzinizi yakan da bir şehir.
Karabük’ten yaklaşık on beş dakika sonra Safranbolu’ya varıyorsunuz. Safranbolu, eski ve yeni olmak üzere iki ayrı şehir. Yeni Safranbolu eskisine oranla daha büyük ancak yapı olarak aynı. Belli bir merkez etrafına toplanmış. Çok dağınık bir şehir değil. Karabük’ten daha fazla sevdiğimi söyleyebilirim Yeni Safranboluyu. Tabi burada da Demir çelik fabrikasının o pis kokusu az da olsa mevcut. (http://tr.wikipedia.org/wiki/Safranbolu)


Eski Safranbolu yenisinden 4 km kadar uzakta. Şehrin girişinde Unesco Dünya Mirası listesinde yer aldığını belirten kocaman bir tabela bulunmaktadır. Safranbolu’nun en büyük özelliği evleri tabi ki. Evler aslına sağdık kalınarak restore edilmiş. Bir çok seyir terası mevcut şehirde ve buralardan tüm şehri izleyebiliyorsunuz. Eski çarşı etrafına kurulmuş şehir. Burada bir de bakırcılar çarşısı yer almakta. Tabi eski Safranbolu küçük bir yer yarım saat, kırk beş dakika içerisinde tüm şehri dolanabiliyorsunuz. Halkı oldukça içten ve yardım sever. Turistleri nasıl karşılayacaklarını biliyorlar. Eski şehir içerisinde konaklama biraz pahalı. Ancak yine de biraz dışarılara çıktığınızda yada araştırdığınızda ucuza yer bulabiliyorsunuz. Eğer araba ile gelmişseniz Yeni Safranbolu’da da kalabilirsiniz.






Genel anlamda Safranbolu eski bir şehir. Eski Safranbolu’dan uzaklaşsanız da civarda Safranbolu evleri mimarisini görebiliyorsunuz. Safranbolu evlerinden çok var. Güzel bir mutfağı yok Safranbolu’nun. En meşhurları Peruhi dedikleri peynirli mantı. Ancak bizim yediğimiz yerde bunun süzme yoğurt ile yapıldığını söylediler. Bana pek cazip gelmese de süt ürünü olduğu için yediğim bir yemek oldu. Bunun haricinde meşhur dedikleri Safranbolu pidesi var. Ispanaklı kıymalı karışık bir pide geldi karşımıza ancak ben pek özellik göremedim.

Demem o ki Safranbolu’da yemek biraz sorun. Bunun haricinde, sonbaharı bahane etmekteler ama hava karardıktan bir süre sonra şehirde hayat bitiyor. Burada bir kaç eşya aldık tabi. Benim en çok merak ettiğim ise çam bardaktı. Aldım ve içerisinde çay içtim. Sanırım aşırı Çam (çıra) yüklenmesi oldu bana ki bir gün hasta geçti. Benden söylemesi bardak ile sadece soğuk su için. (Çam Bardak haberi için: http://www.zaman.com.tr/gundem_eski-camlar-sifali-bardak-oldu_1136662.html)




Safran’ın tarlasında hasadını görmek için gittiğimiz köy Yazıköy’dü. Burası küçük bir köy zaten tarla gezmek haricinde pek fazla bir şey yapmadık. Ancak Safran kentinde safranın da bu kadar az olması beni biraz şaşırttı. (http://tr.wikipedia.org/wiki/Yaz%C4%B1k%C3%B6y,_Safranbolu)





Safranbolu civarında doğal olarak kalmış yerlerden biri de Yörük Köyü. Açıkçası burayı Sanfranbolu’dan daha çok sevdim. Çünkü daha doğaldı. Safranbolu’daki gibi bazı şeyler sırf göstermelik değildi. Köyün meydanına vardığımızda bizi bir büst karşıladı. Kimdir nedir derken büstün Leyla Gencer’e ait olduğunu gördük. Kendisi Yörük Köyündenmiş. Burada klasik Yörük köyü evlerini gezebiliyorsunuz. Evler hiç bir tadilattan geçmemiş oldukça doğal belkide bu köye ısınma sebeplerimin en başında bu vardı. (http://tr.wikipedia.org/wiki/Y%C3%B6r%C3%BCkk%C3%B6y,_Safranbolu)


Sön dönem mağara düşkünlüğümü söz önünde bulundurursak etrafta mağara olduğunu öğrenen ben rotayı hemen Bulak Mencilis Mağarası’na çeviriyorum. Burada bizi bol merdiven karşılıyor. Mağaranın boyu 6 km kadar ancak 400 metre kadarı gezintiye açıkmış. Bazı araştırmalarımda mağara içerisindeki yeraltı nehrinde bot ile gezinti yapıldığı yazılmış ama dönem itibari ile fazla su olmadığından pek bir şey gördüğümü söyleyemeyeceğim. Ancak doğası itibari ile güzel bir yer Bulak Mencilis Mağarası. (http://www.bulakonline.net/mencilis/mencilis.asp)

Dönüş yoluna girdiğimizde uğrayacağımız iki yer kalıyor. Biri, Düzce’nin 14 km. güney batısında, Elmacık Dağının eteğinde olan Efteni Gölü; diğeri ise yine civarda olan Güzeldere Şelalesi. Efteni Gölü için çeşitli rivayetler var ancak benim gördüğüm sadece sazlıkların bastığı bir göl. Yani görülecek pek bir şey yoktu. Buraya kadar gelip etrafta bir tesis bile göremeden yolu Güzeldere Şelalesi’ne çevirdik. Bu sırada Efteni gölü kenarında toprak yolu gösteren ve sadece ormancıların kullandığı toprak bir yol var. Burada her en kadar Güzeldere Şelalesi diye tabela olsa da siz oraya girmeyin. Tabi toprak ve bozuk yolda ilerlemek istemiyorsanız. Tek aracın geçebildiği yerde sık sık koca kütükler yüklü traktörler ile karşılaşabiliyorsunuz. Zor ancak güzel manzaralı bir yol. (http://www.duzcekulturturizm.gov.tr/sayfa.asp?id=35)






Gezi sonu konsepti merdiven inip çıkmakmış gibi, şelaleye inip çıkarken de yaklaşık üç yüz metre merdiven ile boğuşuyorsunuz ama manzara o kadar güzel ki pek sıkmıyor ve yormuyor sizi. Sonbahar olması sebebi ile şelalede fazla su yoktu, çok güçlü değildi ama sonbaharın süslediği yol üzerindeki kahverenginin çeşit çeşit tonları insanı mest ediyor. Burada piknik alanı il birlikte, isterseniz karınızı doyurabileceğiniz bir merde mevcut. Anadolu sonuçta fiyatlarda iyi. (http://www.duzcekulturturizm.gov.tr/sayfa.asp?id=84)
Siz ne düşünüyorsunuz?