Biraz daha öne eğildi kadın. Gözlerini burnunun ucuna dikmişti. İlk anda düşündüğüm şey şaşı olduğuydu ama şaşı değildi. Heyecanla “gördünüz mü” diye sordu. Basıl bir cevap verebilirdim? Aslında hiçbir şey görmüyordum, ne gördüğünden bile habersizdim ama erkek yanım “evet, evet, gördüm” diye haykırmaktan başka bir şey istemiyordu. Kadın gözlerini burnuna dikmiş heyecanla “gördünüz mü” demeye devam ediyordu. Otuz beş yaşlarındaydı, Bir altmış beş boyunda belkide orjinalinde koyu siyah saçlı olan bir kadındı. Şu an ise saçı kızıldı. Durun bir dakika ayrıntı vermek gerekirse, tam da kızıl değil, sanki bu rengi verecek boyaya birazda kahve katılmış gibi. Sanki çok kızılda değil. Gerçi ne olursa olsun kızıl iddialı bir renk. Öncelikle insanın kendine güveni olması lazım bu renk için. O yüzdendir ki bu renkte saçlı kadınları çok sevmeme rağmen genelde onların yanına yaklaşmam. KAdın eğer saçını boyatmıyorsa hayatını kabullenmiş demektir. Ama birde can alıcı, kızıl rengi düşünürsek o zaman yanına biraz temkinli yo hatta hiç yaklaşmamak gerekir. Bazen bu kadınları rüyalara bırakmak en iyisidir.
İçimden bir ses, belkide beynimin bastıramadığı erkekliğimin sesi “a evet gördüm” diye bir ses çıkardı ağzımdan. Sanki etraftaki tüm her şey durmuş, benim görmüş olduğumu sandıkları şey hakkında bir bildi istiyordu…
“O, o,o… şekli…” diyebildim sadece. Hiç bir şey görmüyordum. Aklımda uyanan bir tasvir, o kadınınkiyle çakışmayacağı için sorun olabilirdi. Sonuçta ikimizde kimsenin görmediği bir şeyi görüyorduk. Benimki biraz farklı görünebilirdi. Yani ortalıkta doğa üstü bir görüntü varsa bunun her insana farklı görünmesi imkansız değildi.
Kadın birden çığlık attı. “Kanatlarını görüyor musun?” Herkes şaşkın bir şekilde bize bakıyordu. Bu kalabalığın içinde kimse o yaratığı görmediği için, sanıyorum bu soruyu bana sormuştu. “Evet ne kadar güzel” dedim. Çünkü kadın korkup kaçmadığına göre gördüğü şey sevimli bir şeydi…
Öğle yemeğimi dışarıda yemiştim. Kilisenin köşesindeki kokoreççide. Eğer kokoreç yiyorsanız yanında bir açmıyorsanız bu için zevkini almıyorsunuz demektir. Bu ilk çan sesi, kiliseye o kadar girip çıkmışlığım vardır bu duyduğum ilk çan sesiydi. Gözlerimi etrafı izlemekten başka bir şeyde kullanmıyorum. Evet bende herkes gibi bakıyordum ama gördüklerim farkı idi.
O kızıl saçlı kadın ayrılırken bana numarasını vermişti. Gerçekten gözüme ilişen bir tipti. Bilmiyorum eğer saçları farklı renk olsaydı ona bu kadar yakınlık hissedebilir miydim? Bu saatten sonra bütün ipler benim elimdeydi. Kaç erkek kadınların gördüklerini görebilir duygularını anlayabilirdi ki? Gördüklerini görmek benim için büyük bir avantajdı. Aslında önemli olan hiç bir şey görmediğimi kadına çaktırmamaktı. Eğer sessiz kalır, yüzünüzde hayret verici bir ifade belirtip, cümlenizi yarıda keser ve gözlerinin içine beklermiş gibi bakarsanız, kadınlar sizin aslında bildiğinizi ve kendinizi ele vermek istemediğiniz için cümlelere vurmadığınızı anlar. Kendisi boşlukları doldurmaya başar. Bu saatten sonra yapmanız gereken tasdiklemek ve onaylamaktır. Hatta arada çok zeki olduğunu bile söyleyebilirsiniz.
Şu an karasızım. Aramalı mıyım? Son etler de soğuk hava deposuna yükleniyor. Belkide benim için son dakikalar bunlar. Acaba aramalı mıyım? Belki evet…
“Sizin gibi güzel bir hanımla aynı şeyleri görmek…” Bu biraz olaya balıklama dalmak gibi oldu… Ama numara verdiğine göre…
Birinci çalış… İkinci çalış… Üç… Dört… Sanırım bu kadar yeter…
“Efendim.” Karşıdaki ses sanki biraz farklıydı. Evet doğru o kadının numarasını almıştım ama adını bile bilmiyordum.
“Bbben Can marketten…” Ses birden değişti. Değişeceğini anlamıştım çünkü ahizenin diğer tarafındaki soluk alış verişler bir hayli hızlanmıştı.
“Aa siz o siz onu gören…”
“Evet” dedim sadece ve o konuşmaya başladı…
Yarım saat süren konuşmasından sadece hatırladığım yarın akşam yedide buluşacağımızdı. Gçzlerimi kapadım. Saçları ve vücudu canlandı gözlerimin önünde. Burnundaki o şeyle bana bakıyordu. Son sayım için soğuk hava deposuna girdim. Burnundaki o şeye bakarken, arada bana gözlerinin ucuyla bakıyordu. hayır aslında baktığıda ben değildim, benim bir parçamdı. Öne doğru eğildi. üstündeki eteği yukarıya doğru sıyrıldı. Saçları hafif rüzgarda dalgalanıyordu. Rengi kadar kokusuda beni tahrik etmişti. Eteği yukarı kaldırdı ve külodunu indirdi. “Onu görüyorsun değil mi?” diye sordu. “Evet” dedim sakin bir şekilde… O zaman gel dedi… Ne yapacağımı şaşırmıştım, heşey o kadar gerçekti ki, şimdi beni çağırıyordu… Elime bıçağı aldım, onu kısıtlayan herşeyi kesip attım. Sanki şimdi benim yarayyığım bir şeymiş gibi duruyordu ortada… Ona sahip olmak istiyordum. Neden bu kanya kapıldım bilmiyorum. Sadece belkide on dakikalığına. Şimdi onun içindeydim ve herşey gerçekti… Sağumaya başlayan burnunnun dikine giden uzuvumdan başka. Birden gendime geldim… Gördüğüm manzara karşısında hayret düşmüştüm. Asılı duran bir ölü hayvan etine sahip olmuştum… Bazı barçalarım açmış olduğum delikten sızıyordu. Önce kendimden utandım… Sonra ise bu bana başka eğlencelerin kapısını açtı… Mesela bunları bayan müşterilere yedirmek gibi…
Market…
—
yazar:
Siz ne düşünüyorsunuz?