maskeler, işler, -ler, -ler, -ler…

başımda bir ağırlık vardı, telefonum bilgisayarın usbsinden kendini şarj etmeye çalışırken telefon çaldı. bir çabayla dönen başımı ellerimin arasına sıkıştırarak, elimdeki bir parça ekmekle telefona cevap verdim…
sanırım tansiyonum düşmüş. hastalık bilgimin sanmaktan öteye gitmediğini düşünürsek bence bu iyi bir teşhis. akabinde süslediğim tuzu ayranın yetmeyişi…başım ağrıyor, başım dönüyor ve beşiktaş’ın kalabalık sokaklarında bir umut ev bulma sevdasıyla dolaşıyoruz. bak hiçbir şey yabancı değil. gözlerimin ağırlaşmasına rağmen etraftan geçen kızları süzmeden edemiyorum. bazen düşünüyorum ne kadar insan olsam da insanim. sonra başımı öne eğdiğimde günbegün yayılan göbeğime lanet okuyorum… bu kadar fazla…
insanlar beni böyle sevmeli diyorum sonra, belki şişko, bekli kel, belki de çocuksu… bir sandık makyaj malzemesiyle herkes güzelleşebilir, oturaklaşabilir, parmakla gösterilecek insan olabilir… sonra bir oyun oynanır, hadi kızım/oğlum islerimiz bize kulp taksin… sen öğretmensin örnek olmalısın, sen doktorsun klas takılmalısın, sen avukatsın çok konuşmalısın…
içimden, içine sıçim demekte gelmiyor değil ama malum bu halka açık bir yazı…sen kimsiz biz seni niye sevdik… işte öyle olduğunda onlar seni sevmiştir…
bakiniz, dolabın bir kösesinde unutmuşuz, tozlanmış, kurumuş, çehresi kırışmış hala gülümseyen bir maskemiz var, hem de onlara inat takılan…
sessiz kalalım gülelim eğlenelim…
nasıl kelimelerini yazması zor oluyorsa da bitirelim…
(bu ne gereksiz gevezelik)