Mim sorumlum Ruyayla beni yine mimlemiş. 🙂 Zaten bu konuyla ilgili bazı şeyleri
şurada yazmıştım.
Çok mutlu bir çocukluğum olmadı benim. Ama sonuçta çöcuktuk ufak şeylerden mutlu olasını biliyorduk…
Bafra’da doğdum, evde. Annemin temmuzun ortası olmasına rağmen inatla oruç tutmaya devam ettiği sıcak ramazan gününde. Sanıyorum şu anki yemeğe olan düşkünlüğüm bu yüzden. Sabaha karşı doğmuşum. Herşey güzel sorunsuz bir şekilde. Göbek bağım kesilmiş, yıkamak için leğene koymuşlar beni. Daha sonra annem bayılmış ve herkes onunla ilgilenmeye başlamış. Bir kaç dakika sonra kuzenim bağırmış, çocuğun sesi niye çıkmıyor diye. Birde akmışlar ki ben leğenin içinde suyun altında yatıyorum. Hem de ağzımdan kabarcık falan çıkmıyor. Apar topar sudan çıkarıyorlar, herkeste boğuldu mu endişesiyle. Kıcıma iki tokat yeyince başlıyorum bağırmaya. Bu sebeptendir ki beynim biraz sulanmıştır.
Yaramaz bir çocuk değildim. Olamadım da. Daha sonralar asi olarak nitelendirildim ama hep ılımlıydım. Süçük bir mahalle olduğu için vaktimin büyük çoğunu mahalle arkadaşlarımla oynayarak geçirirdim. Onun haricinde de babannemin arka bahçelerindeki tavuklarla kapışır tavuklar kaçarken içlerinde bulunan bir horoz kafa tutardı bana. Az mı ağlattı? Ama sonunda gittiği yer midem oldu. Eh benle uğraşmayacaktı.
Hekes gibi bende dışardan eve girmek istemezdim. On dakika on dakika daha derken zaman alır başını giderdi. Daha sonra babaannem ve annem sokağın iki ucunu keser ve beni yalkarlardı. Tabi dayak kaçınılmaz. Eh artık alışmıştım da. Ama annem devreye bu kez çimdikleri sokardı. Amanın!
Ben çok hasta olurdum ve her hastalığım en az iki hafta süredi. Bu iekilde kışlar süreki hasta geçerdi. Yüksek ateş boğaz şişimesi. O ateşlerin bıraktığı ender güzelliklerden biridir; salak, saçma, sapık, korkunç rüyalar görmem. Ama mutluyuım…
Altı yaşındayken bir kardeşim olmuştu. Hastahaneden birgün getiri verdiler. Kimdi neydi zamanla anladım. İyide anlaşıyorduk anlaşmamamız imkansızdı zaten.
Ben küçükken de ekeltronik cihazlara hastaydım. Hepsini kullanmayı bilir bozduğum cihazı pek hatırlamam. Amma merak içlerinde ne var seviyesine geldiğinde bozduğum cihazların haddi hesabı yoktur. Sonrada tamir etmeye başladım ama ayrı bir mesele. Dokuz oltluk radyoyu 220 v’a bağlayıp mahallenin elektriğini de havaya uçurduğum olmuştur ama bunlar gizli bilgiler.
O zamandan itibaren korku ve bilim kurgulara merak sarmıştım. Beni televizyonun başına bırakırlar bende tüm gün bu filmleri izleyebiliridim. O zamanlar video kaset kiralama zamanları tabiiki. Filmleri ben seçerdim. Korku, korku, bilim kurgu, bilim kurgu… diğerleri de kendilerine normal insancık filmler alırlardı. Ama ben hepsini gözüm kırpmadan izlerdim.
Sonra babamı trafik kazasında kaybettik.İşler değişmeye başlamıştı. Ben içime kapandım. Hayal dünyamda yaşamaya başladım. İzlediğim filmlerin etkisinden olsa gerek bir süre babamdan korkarak nefret ederek yaşadım. Onu hatırlatan herşeyden uzak duruyordum. Evde yas babannemin sayesinde uzayıp gitmişti. Öyleki ne yapsak / yapmak istesek sizin babanız öldü oturun götünüzün üstüne tabiriyle karşılaşıyorduk. Kardeşim huzursuz geçimsiz, dışavurumcu oldu ben ise tam tersi, sessiz sakin içine kapanık. Odaya çekilir sürekli müzik dinler, kitap okurdum. Babamla ilgili, hatırladığım şeyleri sorarsanız, kardeşimle beni son gününde motosikletiyle gezdirmesi ve kefene sarılmış beyaz hali…
Herşeye rağmen hayat devam ediyordu ama babannemin sizin babanız öldü dayatmalarıyla. Annem babamdan kalan işi devralmıştı artık onu da pek göremez olmultuk. Biraz da kendi derdine düşmüştü. Aslında tüm aileyi sırtlayacak yapıda bir insan değildi ama yapmak zorunda kalmıştı. Bu sebepten aramızda hiç ayrıntılı konuşmalar geçmemişti. Kendimi anlaymaya evden zaklaşıp geri döndüğümde 17 yaşımdayken anlatmaya başlamıştım. O da oğlunu 17 yaşından sonra tanımaya başlamıştı, zamana kadar düşüncelerim, çektikleirm hakkında hiç bir fikri yoktu. İçine kapanmış ve asosyal olarak yetişmiş ben uyum sağlamakta ve ilklerde hep sorun yaşamıştım.
Babam ölmüştü bir süre sonra çok sevdiğim babannemin abisi yazımız ölmüştü. Akabinde tam kendimi toparladım derken bir mahalle maçı dönüşü karşı komşumuzun ikiz oğullarından birinin traktörün ve karpuz yüklü romörklerin altında kalmasına şahit olmam tekrar beni odama kapatmıştı. Hala ayrıntısıyla hatırlarım, halini ve kkısa sürede kan gölüne dönen sokağı… ve diğer kendimi toplama girişimimde yeğenimin zehirlenerek ölmesi. Bundan sonra hayatı sorgulamaya başlayışım…
Eh bu kadar ölümün arasında hiç mi güzel birşey olmadı diye soran olabilir. Aslında bu yaşananlarda güzeldi. Kendi başıma ayaklarım üzeirnde durmam için büyük bir dersti. Bunlar haricinde ben de herkes gibi bir çocuktum. Koşardım, zıplardım. Hatta bği kaç kez elimi, kolumu çıkartmışlığım da vardır. Bana asi demelerinin asıl sebebi de sürekli evden kaçmam. 🙂 Öyle bilindik kaçma değil, ıyun kaçmaları. Bir yerlere gitmem için herkes gibi izin almam gerekiyordu. Ancak bizim izin mekanizması biraz karışıktı. Anneme sorardım, babaannene sor derdi, ona sorardım amcana sor derdi, amcama sorardım anneene sor derdi ve ben bir kısır döngüde bulurdum kendimi bir iki bu şeklide iddare ettikten sonra bende izin almadan kaçmaya başladım. Eh sonrası malum. Yalnız hayatımın her noktasında amcamı es geçemem. Ona minnetim büyüktür. Kenidisni anmadan geçersem haksızlık etmiş olurum…
Kendimi Kara Şimşeki, Voltran, He-Man hissetmem zaten klasikleşmiş çocuk gülüncelerinden başka birşey değil… 🙂
Bunu beğen:
Beğen Yükleniyor…
Siz ne düşünüyorsunuz?