Alıştığımız şeylerin dışında olanlar en sevdiğimiz hikayeler. Belki hikaye dememek lazım belki kısacık cümleler, üzerlerine tonlarca anlam yükleyebileceğimiz.
Hiç sordunuz mu kendinize hangi hikayeleri daha çok seviyorsunuz? Hangileri sizi daha derinden etkiliyor ve bunların kaçının içinde mutluluk var? Bir çoğumuz hemen hemen hepsinde diyecektir bu hepsinin arasından bir ketçap gibi sızan acı bir aşk hikayesi vardır elbet. Peki neden daha çok seviyoruz bu hikayeleri hep özlemini duyduğumuz, erişemediğimiz içim mi? Ben bir cevap veremeyeceğim buna.
Sürekli bir film karesinin içimdeymişim gibi. Basit üçüncü sınıf filmlerin eylem ve müziklerinin tutmadığı bir karenin tam ortasında. Sonraki iki kare sonra unutulacak bir kareden ibaretim. Birilerinin hayatı için sadece figüran. Hiç bir yere sığdıramıyorum kendimi. Ne dolmaya ramak kalan otobüse, ne bir kıçlık yer kalan banka… Hiç bir yere ve bazen hiç bir şeye.
Notların ifade edemediği, yada bir türlü tamamlayamadığı bir yerdeyim, etki alanım sönük, hep alakasız duyguları salan bir şarkıdan ibaretim, sanat eseri sayılmayacak. Bütün gördüğüm parçalardan oluşmuş bir beden. Bir nevi yeni nesil Frankeştaynı. Korkmalı mıyım? Parmaklarımı dizilere bulaştısam, zihinimin köşeleri mısralara dolup taşsa, dilimden dökülen kelimeler romanlara konu olsa yine korkuya karşı gelebilir miyim?
Bana bir kez bakın, Belki parçalarım, sıcaktan salınmaya başlamamış bir haziran sabahında daha hoş görünebilir size. Gerekirse hiç bir lakırtı etmem. Özlemlerimize dair. Sadece sürekli dinlediğim bir şarkı gibi salınırım aklımın yettiği dehlizlerde yüzerken. Nasıl bir hikaye anlatmalıyım? Seveceğiniz içinde ben olmayan. Götürdüklerinizden arta kalan?
Siz ne düşünüyorsunuz?