PNP
Hayatımdan akıp giden tek bir insanın bile ardından bakmadım, hayatım boyunca da yokluğunu hissetmedim. Hayır, bunu bir erdemmiş gibi söylemiyorum size; olsa olsa kaçırdığım, elime yüzüme bulaştırdığım hayatımın acısını, daha fazla hissetmemek için yapığım şey bu.
Şimdiye kadar kimseyi umursamadığımı sanırdım, şimdi ise gözlerimin uzanabildiği uzaklıkta, kulaklarımın işitebildiği en ince ayrıntıda yansımasına rastlıyorum.
Tek umudum bir gün bir yerlerde tekrar buluşacak olmamız. Belki karanlıklar ülkesine açılan kapıda, bekli de anlatılan dünyanın son gününde…
Karanlıktan eskisi kadar korkmuyorum, eskiden de korkmadığımı iddia ederdim ama bu kez hissettiğim onu damarlarımda hissettiğim.
Ve gün geldiğinde…
N.
Saat altı buçuğa üç vardı. Soluk sesiyle kaşlarını kaldırarak, bana saati sordu. Hayatımda sürekli tekrar eden şeylerden biriydi. Sessizce “altı yirmiyi biraz geçiyor” dedim. Eski sadece orta dalga yayınları alabilen tüplü radyosunun yanına geçti. “Zaman her zaman ileri gider” derdi bana bu yüzden saat anlatımında var kelimesini kullanmamı istemezdi. Elbette ki saçmaladığını düşünüyordum, elimden gelen ise sevimli olmaya çalışan bir gülümsemeyle onu onaylamak oluyordu.
Şimdi aklımda kalan neler var. Beklide bu satırları unutmamak için yazıyorumdur, ya da yeni nesillere aktarmak… Bu nasıl olası ki? Günün birinde sonunun ne olduğu bilinmeyen bir adamın karalamaları ki bu kişi bensem sadece farelere yemek olabilir.
(devam edecek)
Siz ne düşünüyorsunuz?