Dancer in the Dark‘tan sonra Lars von Trier filmlerinin hiç birini kaçırmadım. Bir çoğunu buraya yazmamış olabilirim ama Trier’in gizli hayranlarından biriyim. Gerek teknik açıdan gerekse filmlerinin hikayelerini farklı ve başarılı bulurum. Ancak çok adı geçen ve sansasyon olan Nymphomaniac izlemeden önce beni biraz tereddütte düşürdü. Öyle ki bir önceki filmi Melancholia‘yı çok başarılı bulmuştum. Bu filmin daha çekilmeden hakkında başlayan konuşmalar filmin merakının arttırılması aslında içten içe merak uyandırırken bir o kadarda film hakkında tereddütlere kapılmamı sağlıyordu. Filmi !F kapsamında izleyememiş, ancak sinemaya girme durumlarının konuşulmasına istinaden sinemada izlerim demiştim. Ne yazık ki film sinemada gösterime girmedi. Aslında vizyona girmesini de pek beklediğimi söyleyemeyeceğim. Girseydi bile iki üç sinemada bir iki hafta kalırdı film gösterimde. Tüm Trier filmlerinin Türkiye’deki ömrü bu şekilde olmuştur. Ne kadar doğru bilmem ama benim bu düşüncelerim gibi düşünülerek güya film vizyona sokulmamış.
Gelelim filme. Ben filmi bir yada iki diye ayırmıyorum. Pekala film tek parça halinde yayınlanmış olsaydı bile bir oturuşta izlenebilirdi. Şöyle bir baktığımda film için Trier’in en akıcı filmi diyebilirim. Tabi bunun en önemli sebebi hikayenin bir kadın etrafında dönmesi. Eğer hikaye bir erkek etrafında dönseydi bu kadar etkili olmayacaktı. Her ne kadar filmde erotik ve pornografik sahneler olsa da bu filme öyle cinsel yönle tam anlamıyla bakamıyorsunuz. Çünkü en hard sahnesinde bile rahatsız edici aklınızı kurcalayıcı bir şeyler var.
Trier aslında Nymphomaniac ile aşk ve aile gibi insan oğlunun kutsal saydığı şeylere eleştiride bulunmuş ve bunların varlıklarını sorgulamış. Bunları yaparken günlük hayatta sıradan olan şeylerin, insanlar için nasıl çağrışımlar yapabileceğini de başarılı bir şekilde gözler önüne sermiş.
Hikaye anlatılması sırasında tam olarak kronolojik olmamasına rağmen olaylara dayalı gruplama yapılmış. Bu hikayeyi genel çerçeve içerisinde başarılı bir şekilde bir arada tutuyor. Film sonunda o niye öyle oldu bu niye böyle oldu diye çok fazla sorgulamada bulunmuyorsunuz.
Genel olarak baktığımızda yönetmen kendi fikirlerini filmde oldukça başarılı olarak veriyor. Bunların üzerinde ağırlıklı durduğu şiddet ve pedofili. Trier karakterinin de yardımıyla pedofili eyleme dönüşmediği sürece sıkıntı yoktur derken aslında bolca olan şiddet meselesi hakkında pek fazla kelimelerle anlatım yapmamış. Bu bir yerde kınıyor ama hiç bir eylem için kati bir yorumda bulunmayıp ılımlı davranıyor.
Aslında bir yerde hikaye üzerinden gitmekte fayda var. Film Seligman karakterinin yolda yaralı bir şekilde yatan Joe’yi bulmasıyla başlıyor. Seligman onu hastaneye götürmek ister ancak Joe bunu istemez. Bunun üzerine onu evine alır ve bakmaya başlar. Seligman onun bu hale nasıl geldiğini öğrenmeye çalışır, Joe’da ona olan biteni anlatmaya başlar.
Seligman yalnız yaşayan entelektüel, aseksüel biridir. Aslında aseksüel olma sebeplerinden birini de yalnızlık olarak görüyoruz. Musevi dindar bir aile tarafından yetiştirilmiş ama okuduğu kitaplar ve düşünceleri onun dinden uzaklaşmasına sebep olmuş. Joe’nin anlattığı her hikayeyi analiz etme yetisine sahip.
Joe odada kendisine çağrışım yapan eşyalardan esinlenerek hayatını anlaymaya başlıyor. İlk bekaretini verişini, arkadaşıyla trende oynadıkları oyunu, aşık olmasını, gittiği bağımlılık ve şiddet seanslarını, son olarakta tüm edindiği bilgileri insanlar üzerinde borçların tahsil etmek için kullanıyor. Tabi yerine yenisi gelme fikri vuku bulduğunda nasıl gözden çıkarıldığına da tanık oluyoruz.
Tüm bu başından geçen olayları anlatılırken hikaye derin ancak sıkıcı olmayan bir şekilde ilerliyor. Yazının başında da dediğim gibi Trier sinema için o kadar güzel kesintiler yapmış ki etkili olmasına rağmen bana rahatsız edici bir film gibi gelmedi. Tabi filmin hard versiyonu için ayrı şeyler yazmak gerekli.
Film inandığımız, güvendiğimiz tüm tabuları zorlarken, aslında biraz da kendi içinde günah çıkarır gibiydi. Trier’in Yahudi söyleminden sonra bu filmde ana karakteri bir Yahudi seçmesi ve sanki kendini aklar gibi cümleler kullanması da bir özür niteliğinde olmuş. Ancak takıldığım nokta gereksiz gibi gözükse de aileden dindar olan Seligman’ın sünnetsiz olmasıydı. Trier bunu nasıl kaçırdı anlamış değilim. Bir de filmin finalinde “herkese vermişsin bana da ver” yaklaşımını tam Türk vari bulduğumu belirtmeliyim. Ancak sanıyorum erkek doğası bu bu bastırılmamış doğanın büyük temsilcileride bizleriz.
Trier he zamanki gibi yine etkileyici görüntü ve ses kullanımına girmiş. Görsel olarak Melancholia kadar iyi olmasa da kamera kullanımı açısından yine alıştığımız Trier hareketleri olmasına rağmen etkili bir kullanım vardı. Sanki olayların içerisindeymişsiniz gibiydi. Müzik kullanımları oldukça iyiydi. Bilhassa film için Rammstein seçilmesi sizi sert bir filme hazırlıyordu. Sanki ayağınızı denk alın der gibiydi.
Oyunculuklar hakkında pek fazla bir şey söylemeye gerek yok. Ancak beni en çok şaşırtan Holywood bebesi Shia LaBeouf oldu açıkçası kendisinden böyle bir film ve performans beklemiyordum. İlk filmi olmasına rağmen Stacy Martin‘de oldukça başarılıydı.
Özetlemek gerekirse başarılı bir film Nymphomaniac / İtiraf. Bence Lars von Trier’in en iyi filmi değil ama ona yakışan bir film. İzlenmesi gereken yapımlar içerisinde. Tabi hatırlatmak lazım ki herkes için olan bir film değil. Kati yargıları olan çok bilinçli insanlarımız uzak dursun.
Senaryo – Yönetmen: Lars von Trier
Oyuncular:
Charlotte Gainsbourg | … |
Joe
|
|
Stellan Skarsgård | … |
Seligman
|
|
Stacy Martin | … |
Young Joe
|
|
Shia LaBeouf | … |
Jerôme
|
|
Christian Slater | … |
Joe’s Father
|
|
Uma Thurman | … |
Mrs. H
|
|
Sophie Kennedy Clark | … |
B
|
Linkler:
http://film.iksv.org/tr/film/2701
http://film.iksv.org/tr/film/2702
Siz ne düşünüyorsunuz?