Rüyalar: Kar Tanesi

“Bir yere gidecek misin?”
“Bilmiyorum evde canım sıkıldı ama hiç bir yere gidesim de yok.”
“Hadi dolaşalım o zaman biraz.”
“Hava birden karardı.”
“Aha farları yakmayı unutmuşum, eh kış olacak o kadar… Ne zaman dönmeyi düşünüyorsun?”
“Aslında bugün dönsem çok güzel olacak ama, nedense gitmek için bir çaba sarf etmiyorum. Hiç keyfim yok ama sanırım salı dönerim.”
Sokakları yer yer aydınlatan lambaların altında ilerliyorduk. Arabanın motoru henüz ısınmamış dışarıdaki soğuğu olduğu gibi içeriye üflüyordu. Rüzgar çıplak ağaçların dallarını savuruyor, onları gördükçe bedenim, tarifsiz bir titremenin içine giriyordu. Telefonu çaldı.
“Efendim, tamam gelirim… bizim oğlanla dolaşıyorduk… tamam…” bana döndü. “Ben arkadaşların oraya kahveye gidiyorum. Sende oradan Çağrı’ya gidersin.”
“Nerede ki sizin kahve?”
“Köprü yolunda.”
“Bu soğukta o tarafa gitmek hiç işime gelmiyor ama… Ben Ömer’e gitmeyi düşünüyordum…”
“Geldik bile bizim kahve şurası, bundan sonrasını yürürsün artık.”
“Ama amca şehir merkezi daha yakın buradan.”
“Genç adamsın ne olacak yürü işte…”
Yürüyorum. Çakıl taneleri ayağımın altında yuvarlanıyor. Bazıları rüzgarın zoruyla ayaklarımın altına itiliyor cezalandırılmışcasına. Rüzgar kağıt ve çöplerden ufak hortumlar yaratıyor etrafta. Ana yola çıktığımda gözümü alan bir kaç araba farı dışında hiçbir şeyle karşılaşmıyorum.
Nihayet gideceğim yeri görebiliyorum. Bazen gideceğiniz yeri gördüğünüzde oraya kendinizi daha yakın hissediyorsunuz, adımlarınızın hızlanmasına rağmen yaklaşamayışınız sizi sinir etse de.
Ceza evinin önündeyim. Nöbetçi asker beni baştan aşağıya süzüyor. Onu izlemesemde bakışları fark ediyorum. Hızlı adımlarla geçiyorum önünden. Nihayet eski köprü tamamıyla önüme geliyor. Aslında onu daha önce fark etmiş olmam lazımdı ama sanıyorum gözlerimin rüzgardan sulanması sebebiyle fark edememişim yada az önce düşen sis nedeniyle.
Köprünün yanındaki halı saha. İçeriye girdiğimde Çağrı’nın sırt çantasını topladığını görüyorum. Kapı sesini duyunca arkasına bakıyor.
“N’aber yavrum hoş geldin.”
“İyi abi senden n’aber?”
“İyi ya bende toparlanıp çıkıyordum.”
“Kötü zamanda mı geldim?”
“Yok sıkıldım farkındaysan adam da kalmadı ben bende eve gideyim diyordum ama takılır bir şeyler içeriz…”
Çıkıyoruz biraz yürüdükten sonra arabaya ulaşıp biniyoruz.
“Hayırdır, arabayı uzağa park etmişsin.”
“Evet ya baksan göbeğe, aldı başını gidiyor. Biraz yürümek iyi gelir.”
“Oğlum zaten her akşam top oynuyorsun daha ne yürümesi. Bana baksana kıçımı yerinden bile kaldırmıyorum.”
“Çok içiyoruz ondan.”
Hareket ediyoruz, ne yöne gittiğimizi kestiremiyorum Sanki daha önce buradan hiç geçmemiştim. bir tünele giriyoruz.
“Nereye gidiyoruz buralarda tünel olduğunu bilmiyordum hiç.”
“Evet tünel yeni açıldı. tünelin sonunda güzel bir yer var. Açık olur orası sabaha kadar orada takılırız.”
Tünel sonunda büyük bir aydınlık karşılıyor bizi. Sanki tünel bittiğinde gün doğmuş gibi. Hava iyice yumuşamaya başlamış. Yaz sabahlarından kalma bir akşama benziyordu. Arabayı hemen tünel girişinde park ettik.
“Gideceğimiz yer yakın mı? Burada neden park ettin?”
“Ha ha aslında yakın değil ama sokaklarda arabayla gezemiyorsun. Çok dar…”
Yürümeye başladık. Arabayı park ettikten sonra gerçektende sadece bir arabanın girebileceği sokaklarda yürümeye başladık.
“Burayı hiç bilmiyorum.”
“Bilmemen normaldir. Çünkü burası yeni bulundu.”
“Nasıl yani?”
“Geçtiğimiz sene yapılan kazılarda, iki ay öncede, halka açtılar.”
“Nasıl ya, ama evler falan dikilmiş, bu kadar sürede nasıl olur?”
“Evler falan, bu gördüğün her şey olduğu gibi bulundu.”
“Ama böyle bir keşfin gazetelerde, televizyonda durulması lazım, nasıl olur da bir şey duymadık.”
“Basından sakladık. Aslında saklama değil, sadece kimseye haber verilmedi.”
Şaşırmıştım. Bir yandan böyle bir şehrin bir kazı sonucu buradan bulunması bana ilginç gelmişti. Birde hiç basında yer almamış olması. Gerçi bu birazda sevindiriciydi. Çünkü insanların haberi olduğunda burayı kirletmekten başka bir iş yapmayacaklardı.
Dar sokaklarda yürüyorduk. fark ettim de sürekli aşağıya doğru iniyorduk. Yollar çatallanıyordu. Sokakların farklı sokak olduğunu sadece sokak isimlerinin yazdığı tabelalardan anlıyordunuz. Büyük, iki üç katlı oyma evler vardı her iki tarafta. Yer yer kerpiç ve eski tuğla evler göze çarpıyordu. Bu evlerin pencere kısmından da büyük sarmaşıklar yola doğru uzanıyordu. Sarmaşıklar içerisinde açmış renkli çiçekler. Koyu yeşilin ortasında parıldıyordu. Gökyüzü açıktı ve de sıcak. Öyle ki montumun önünü terlediğim için açmak zorunda kalmıştım.
“Şehir bir nevi dağın içine kurulmuş, bu yüzden rüzgar ve soğuk almıyor. Hiçbir evde ısıtma yok…. Şuradan döneceğiz.”
Etrafı izlemeye iyice dalmıştım. Tam U dönüşü yapmaya başlarken köşede bekleyen bir köpek gördük. Bembeyaz ince tüyleri ile yüzü bir fareden farksızdı. Çağrı eğilerek onun başını okşadı. Bana ise bu köpek garip gelmişti ona karşı iyi şeyler hissetmemiştim. Aynı görüşte o da olmalı ki, bana anlamlı bir şekilde baktı. Gözlerini irileştirdi ve sırıtmaya başladı. Evet sırıtıyordu, dudakları küçük sivri kulaklarına varmıştı. Her biri yaklaşık iki santim boyunda, bir buçuk santim genişliğinde olan beyaz dişlerini rahatlıkla görebiliyordum. Bembeyazdı hatta etrafı aydınlatacak kadar.
Buradaki ilk canlıyı da görmüştüm. Sanki bu köpek buranın yerlisiydi bunu sezebiliyordum. Köpeğe bakmadığımda bile yüzünü, sırıtışını görebiliyordum. Fark ettim de vücudu bir beyazlıktan ibaretti. Ayrıntıyı hatırlamıyorum.
Köşeyi döndüğümüzde bir kaç adım sonra Çağrı durdu.
“Deniz gelmiş, başka yerden gidelim.”
“Nasıl yani?”
“Bak suyu görüyor musun?”
Bu sorusundan sonra düşüncelerimi başımdan savmış olacağım ki, iki metre ötedeki su birikintisini gördüm. Bir, bir buçuk metre yüksekliğindeydi. Sokağın ortasına kadar ilerlemişti.
“Bunu durduran ne? Neden jilet gibi kesilmiş su?”
“Buranın özelliği bu. Sokakları akşam deniz suyu temizliyor.”
“Bir suyun böylece kalıplı bir şekilde kesilmesi imkansız, kesin cam falan vardır yada plastik bir şey…”
“İstersen git.”
Bir kaç adımda suyun yanına gelmiştim. Sakindi hiç dalga yoktu. Akşam olmasına rağmen suyun dibini görebiliyorsunuz. Bir metre yüksekliğin tam ortasından işaret parmağımı suya sokmak için hamle yaptım. Beklentim parmağımın bir şeylere çarpıp durması yönündeydi ama beklediğim gibi olmadı. İşaret parmağımın yarısı suyun içine girmişti. Parmağımın girdiği kadarıyla ıslaklık hissediyordum. Su biraz daha soğuktu sanki. Ancak parmağımın yarısı kuruydu. İşaret parmağımın altından orta parmağıma doğru hafif bir su sızıntısı olmuştu. Bunun haricinde her yer kupkuruydu.
“Bu nasıl olabilir ya…”
Yanımdan bir çift koşarak ve şakalaşarak denize girdi. Geçerlerken bana selam vermeyi de ihmal etmediler. Suya girip yüzmeye başladılar. Belkide hiç bu kadar güzel bir çift görmemiştim bu zamana kadar. Kız siyah hafif dalgalı saçlı, uzun boylu, ince vücutluydu. Keza erkekte esmer, hafif uzun saçlı, bir tipti. vücudunda bir gram yağ yoktu. Suya girdiklerinde üzerime su sıçrayacağını düşündüğüm için gerilemiştim ama o görünmeyen bariyer çırpan suyu da kesiyordu. İki sevgili yüzerek eğleniyorlardı. Hatırlayabileceğim en butlu gördüğüm çiftlerden biriydi. Sanki hiç bir sorun yoktu aralarında. Bir süre yüzdüler hareketsizce onları izledim. Kız binadan aşağıya doğru inen sarmaşıkların altına geçti ve onları salladı. Bir şelale gibi sarmaşıkların arasından su akmaya başladı. Adam ona ulaşmaya çalışırken birden ayağı kaydı ve düştü. Kız öncelikle bu durumu fark edemedi. Açıkçası ben de kitlenmiş gibiydim. Hareket edemiyordum. Kıza baktım. Saçlarını arkaya doğru sallıyor ve akan suyun altında yıkıyordu. Adam henüz dışarıya çıkmamıştı. Ne kadar zaman geçtiğini hatırlamıyorum. Kadın adama seslendi. Cevap gelmeyince endişeli bir şekilde etrafa bakınmaya başladı. Şimdi sanki kendimi büyük bir film perdesi önünde film izliyormuş gibi hissediyorum. Kız bağırarak adamı aramaya başladı. Ama kimseyi bulamıyordu. Bana baktı. O anda bir film perdesinin önünde olmadığımı anladım. Kız çaresiz feryatlarını etrafa savuruyor yardım ister gözlerle bana doğru bakıyordu. Benim ise vücudum kaskatı kesilmiş kımıldayamıyordum bile. Sadece ağzımdan fısıltı halinde “boğuldu” diye bir kelime çıktı. Kız bir kaç kez suya daldı çıktı kimseyi göremiyordu. Bu kadar sığ bir yerde bulamaması biraz gelip geliyordu bana. Ayakta durduğunda su beline geliyordu ama, sanki daldığında çok derine gittiğini hissedebiliyordum…
Kız suyun altından hızla çıktı nefes nefese kalmıştı. Ağlıyordu. Adam gerçekten boğulmuş olmalıydı. Elimden bir şey gelmiyor, hareket bile edemiyordum. Sanki burada yapayalnızdım.
Birden bire denizde bir dalgalanma oldu. İki duvarı pullu bir şekillik kapladı. Suyun rengi yeşile dönmüştü. duvarları balık pulu kaplamıştı sanki. Hafif bir rüzgarın estiğini hissettim. Büyük bir balığın yeşil, kuyruğu suya çarpıp çıktı bir kaç kez. Su durulduğunda ise Yeşil saçlı, başının üstünde mercandan yeşil bir taş olan kadın sudan çıkmaya başladı. İlk bakışta onu Sertab Erener’e benzetmiştim. Ellerinde az önce boğulan adamı tutuyordu. Adamın bedeni hareketsizdi. Kız adamı göründe ona doğru hareketlendi. Ağlamaya devam ediyordu. Denizden çıkan yeşil saçlı kadın onu durdurdu. Yada bir güç kadını durdurdu. Gördüklerim ve barındırdığı gizemi ile deniz kızına benzeyen kadın önce adama baktı sonra kıza bakarak. “Öldü” dedi. Kız ne yapacağını şaşırmıştı. Kadın ekledi.
“Onun bu denizde varlığını hissedebilmek bile güzel bir duyguydu. Şimdi ise yok. Hep seni kıskanmıştım. Hep onun benim olmasını istemiştim. Şimdi ise bu fırsat elimde ama bunu senin onayını almadan yapamam. Kendi isteğiyle olabilirdi elbet ama o artık bir ölü… Bu yüzden bu kararı sevdiği, onu seven biri vermeli.”
“Neden bahsediyorsun sen? Kimsin?” diye bağırdı kız.
“Ben de ona aşıktım” dedi kadın. Ama bir insana aşık olmaz yadsınamaz bir şey. Sadece uzaktan izlemekle yetinebiliyorum. Şimdi ise benim dünyamda o can verdi. Onu yaşatabilirim eğer istersen…”
“Ne duruyorsun o zaman…” kız atıldı birden, kadının sözünü kesmişti.
“Ancak, onun benimle birlikte bu sularda kalması lazım ve sana dair hiçbir şey hatırlayamayacak.”
Kız duraksadı, tekrar hıçkırıklar içinde ağlamaya başladı. Ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Dudakları mosmor olmuştu.
“Kararını çabuk ver.” diye seslendi deniz kızı.
Kız gözyaşlarını sildi. yaşaması için hayatta en çok sevdiği insandan ayrılabilir miydi? Kendisini de öldürse diğer dünyada birlikte olma ihtimalleri var mıydı? Bir süre düşündü. Eğer kabul ederse adam yaşayacaktı ama yanında olmadığı zaman yaşamasının bir anlamı var mıydı?
“Evet” dedi, “yaşasın”.
Deniz kızı elindeki cesetle suya daldı. Büyük yeşil bir ışık ortaya çıktıktan sonra. Adamın vücudu suyun üzerinde yükseldi ve titremeye başladı. Kız adama doğru yaklaşmak istedi. Ama ilerleyemedi…

Notlar:
1) Kar Tanesi Kayahan’ın söylediği bir şarkıydı. Öyle ki bütün rüya boyunca fonda çalıyordu. Klasik Kayahan hareketliliğinde bir şarkıydı. Daha sonra araştırdım ancak ne Nilüfer’in, ne de Kayahan’ın böyle bir şarkısı var.
2)
Hikayenin geçtiği yer memleketim Bafra, bahsi geçen köprü Kızlırmak Köprüsü. Ancak daha sonra ne tarafa gittiğimiz hakkında fikrim yok.
3) Rüyanın sonu ise şöyleydi:
Bir anda denizden yükselen yeşil ışık kendini içeriye doğru çekti. Duvarlardan suya doğru uzanan pullar, yerini yeşil parlak jelatinlere bıraktı. Suyun içerisinde bir çift yüzüyordu. Birden yanımdan yeşil kıyafet giymiş biriydi geçti ve suya girdi. Yüzünü döndüğünde onun Ajda Pekkan olduğunu gördüm. Sudakilerden birisi de Nilüfer idi. Kayahan yan tarafımdaydı. Geriye döndüm Deniz Akkaya yanımdan elinde ışık filtresiyle geçiyordu. Bir şaşkınlıktan sonra Çağrıyla göz göze geldik.
“Ama bunlar.” dedim.
“Klip çekmeye gelmişler” diye cevap verdi.
“Az önce olanlar…” dedim.
“Burada olan bir efsaneyi canlandırıyorlar” dedi.
Ama her şey gerçek gibiydi…
4) Bir anda ünlüler çevirmişti etrafımı. Bir klip çekiminde bu kadar ünlü olup olamayacağı sorusu sürekli aklımda. Çünkü ekipte ünlü kişilerden oluşuyordu.
5) Klip çekimi bu eski hikayenin yorumlanmasıymış. Ancak canlandırma gerçeğinin yerini tutmuyordu.
6) Her şeyi ayrıntılı bir şekilde hatırlayarak ve şarkıyı söyleyerek uyandım.
7) Karakterler ve isimler rüyada olduğu gibi herhangi bir değişiklik yapmadım.
8) Diyaloglarda biraz değişiklik yaptım pek hatırlayamadığım için. Özetle gelmesi gereken noktaya getirmeye çalıştım…
9) Bir imla düzeltmesi ve gözden geçirme yapacağım…