Başımdaki ağrı gün geçtikçe artarken, görüş kapasitemin düşmesi, bununla birlikte güzelleşen kafam hiç bir uyuşturucu maddenin veremeyeceği hazla, iki arada bir derede kalmış benliğimle savaş içerisindeydi. Acı ve zevk birbirinden ayrılmayan iki önemli unsurdu. Farklı karakterler çizselerde ikizden farkı yoktu. Her birinin tadı farklıydı. Aklıma gelen bir çok şey dillerimden dökülmeden kayıplara karışıyordu. Beyin hücrelerimin ölmesi ile bunun bir bağlantısı vardı elbet. Ne kadarını öldürebileceğim ise tartışma konusudu.
Akşama kadar aynı şekilde seyreden gün, hatta günler atık içinden çıkılmaz sorunlara yelken açarken, rutinliğin, üzerime çökerttiği miskinlik, günbe gün yatağa bağlanmama sebep oluyordu. Belki de yapacak tek şey hayatımda değişikliklere gitmekti. Ancak modern zamanın kölesi ben, nasıl bir değişiklik yapabilirdim ki? Saç, sakal uzatmak/kesmek bunlar beni tatmin edebilir miydi? Sanmıyorum. Başımı alıp gitmem, paraya olan ihtiyacım yüzünden imkansızdı. Düşündükçe sorumlulukları kendim için almadığımı fark ediyordum. Ne yapmıştım kendim için, ne yapmam gerekiyordu? Hiçbir şey, hiç bir beklentim yoktu. Hayatımdaki en büyük değişiklik elektronik cihazların verdiği geçici sarsıntılardan ibaretti. Bir şeyler yapmak gerekliydi ama ne?
Sırf bu sebepten dolayı, ruh çağırma seansları düzenledim. Şimdi herkes normal insanlar gibi neden spor yapmadığımı soracak bende diyeceğim ki heyecan bunun neresinde? Spor yapan güzel kızları izlemekte mi? Malefes o kadar şanslı değilim, zaten içimde bulunan ezik kişilik, bakabilme cesaretini de barındırmıyor. Hem ne me lazım güzel bir ruh benim bütün işimi görebilirdi. Ancak tahmn edildiği üzre başarısılıkla sonuçlandı bu deneyimim.
Sürekli yalnız olan ben artık yalnızlığa alışmıştım. Aslında yalnızlığa alışmak diye birşey yoktur. Yalnızlığa alışmak sadece anlam ifade etmeyen kelime topluluğudur. Yalnızken zaman her zamankinden daha yavaş geçer. Bir saat içerisinde gidebileceğiniz en uzak yere gitmiş, yiyebilecek en çok yemeği yemişsinizdir. Size yıllar gibi gelen bu zaman akrap ve yelkovanın hareketsizliği şeklinde yansır size. Sonrası… Hayır, yapacak bir şey yok… Bu gibi durumlarda yapılması gereken belli. Herhangi bir müzik çaların kulaklıkları kulaklığa takılır ve kimsenin olmadığı yerlerde dolanılmaya çabalanır.
Aynı şekilde bir gündü… Yalnızlık sıkıntıya dönmüştü artık. Yürüyebildiğim kadar yürüdüm. Havanın iyi olması, ayağımda bot olması ve giydiğim siyah çorapların bileşkesi, ayağıma kara sular indirmeye yetmişti. Tek temennim, bir kaç uzaylının karşıma çıkıp, “selam dünyalı biz dostuz” demesiydi. Aslında düşmanız da diyebilirlerdi. Buradaki asıl konu karşıma çıkmaları. Pekala bana kıyak geçip, elçi bile ilan edebilirlerdi… Tabi olmadı…
Anladım ki, ne kadar uğraşırsam uğraşayım haytımda bir şeyler değişmeyecekti. Ne dünyanın dibine girecektim, ne de göğe yükselecektim. Elimi attığım şeyler ise yanıtsız kapıma geri dönecekti. En büyük mutluluk alışveriş yapmaktı… Hemde daha fazla alışveriş yapmak için daha fazla harcamak. Tüm şans oyunları benim. Tabi başta adı ters bana ama söz veriyorum. Çıkan tüm parayı harcayacağım. Mezara götürme gibi bir düşüncem yok. Ha şunu yapabilirim belki, biraz parayı kefenin cebine sıkıştırırım. Yarın bir gün mezarı kazan adam para bulsun mutlu olsun diye…
İnsanlık sana daha ne yapabilirim ki?
Siz ne düşünüyorsunuz?