
Evet, bu başlığı çoğunuz bilir, okumuş izlemiş yada eleştrilerini duymuşsunuzdur. En bir önceki tecacüz girdimden (post yazacaktım ingilizce olduğu için yazmadım, girdi de yazı için biraz tuhaf mı oldu ne?:)), gaykedi’nin cumartesi neşesinde aklıma gelen Marquis De Sade’dan, dün Camilla’nın yazısından çok etkilenmiş olacağım ki, bu günü yine film gününe itaatkar kalarak, Kore sinemasından uzaklaştırıyor ve taaa eskilere 1975 lere giderek Pier Paolo Pasolini’nin en çarpıcı filmine yolunuzu kestirmek istiyorum.
“Olaylar 1944 yılında Nazi Almanya’sının kontrolünde Kuzey İtalya’da kurulmuş kısa ömürlü bir kukla devlet olan Faşist Salo Cumhuriyeti’nde geçer. Şehrin ileri gelen seçkinlerinden dört sefih 9 kız 9 da erkek 18 genç insanı yakalayıp bir şatoya kapatırlar. Beraberlerindeki 4 yaşlı fahişe ile birlikte bu genç kölelere bir dizi fiziksel, ruhsal ve cinsel işkence uygularlar.” der bir çok sinema sitesi film hakkında ama bir geçek vardır ki, film sadece bunun la kalmıyor. İçerisinde gördüğümüz vahşet tam anlamıyla
Sade’ın kaleminden çıkmış gibi gözlerimizin önüne serilmiş. Pasolini repliklere sadık kalmakta inat etmiş, ancak zaman farklı. Faşizmi eleştirmek, kınamak üzerine bir film kılıfı sermiş üzerine.

Kitabın büyük bir bölümünü ereke olmuş bir şekilde okuyorsunuz bu bir gerçek, ancak filmi izlerken bu dürtülerden biraz uzaklaşıyorsunuz. Cinselliğin dışında yaşanan sadizm, artık zevk olma yetisinden çıkmış insanı bir madde olarak gören ve onu her türlü kullanıma yön veren bir dünyanın içersindesiniz. Her türlü şeye hazır bünyem bok yeme kısmına pek alıştıramadı kendimi. Güzel krallara layık bir sofra ve önünüze gelen gün boyunca yaşları 15 ila 20 arası sıralanmış erkek ve kızların boklarını yemek. Amanın ne ziyafet.
Velhasıl, uyarlama olarak güzel bulduğum, aslında okurken okadarda çok rahatsız olmadığım, ancak izlerken pek içime sindiremediğim sahnelerle dolu bir film. Aslında o kesme, biçme, işgence sahneleri artık her korku filminde var. yavaş yavaş toplumları sanırım bu tarz olaylara alıştırıyoruz. Ancak cinsel istismar nereye kadar gider bu malum…
Birazda ekşi sözlükten alıntı yapayım ve susayım…
manyak şiddet sahnelerine rağmen, taşıdığı durağanlık düşünüldüğünde, bir belgesel
bokun, dört ayak üzerindeki kölelerden birine kaşıkla yedirilmesi gibi detaylarla zenginleşen de bir film. “neden direk kafasını bastırmıyor da kaşık uzatıyor bu manyak?” diye sorulduğunda, kapitalist sistem eleştirisinin inceliği görülebilir. zihnimizde, “kapitalizm, boku bile kaşıkla sunup yedirir” gibi düşünceler doğurtan bir eser. atmosferi taşıdığı söylenebilecek film. kameranın minimal harekette kullanımı, filmi izlediğimiz ekranı bir pencereye dönüştürür. böylelikle yönetmen sıkıntı buhranı yaratmanın bir adım ötesine geçerek, gerçek/kurgu karmaşasını yaşatmaya çalışır bize.
bunca yıl sonra salo nasıl hala bu kadar rahatsız edebiliyor bizi? bu sorunun cevabını vermek zor gerçekten de. beyaz perdede kopan kollar, bacaklar, kafa tasları; her tür patlama ve her tür işkenceyi görmemize rağmen hiçbiri beni ve daha pek çok insanı salo kadar rahatsız etmedi. filmin bile bile böyle sevimsiz, iğrenç ve şimdiye kadar çekilmiş en boktan film olması salo’nun en büyük meziyeti. olay şu: pasolini’ye faşizme vur demişler, o öldürmüş. üstüne bir de cesedinin ırzına geçmiş. peki faşizm böyle mi eleştirilmeli? bu soruya hayatı boyunca ciddi boyutlarda faşizmle karşılaşmamış, sıcak yurt odasında oturup kafasına estiği hakkında entry giren benim gibi 20’li yaşlarının hemen başlarında birinin cevaplandırması yanıltıcı olabilir. ne de olsa pasolini tam da benim yaşımda faşist yönetim altında yaşayan bir eşcinseldi. bugünden bakıldığında aslında pasolini’nin nasıl bir ileri görüşlülükle faşizmi eleştirmenin en doğru yolunu bulduğunu daha iyi anlayabiliriz. faşizm, nazizm, ırkçılık veya herhangi bir kan döken ideolojiyle ilgili bu güne kadar çekilen filmlerde hep insanları şoke edecek yerler işlenen cinayetler. ister schindler’s list ‘i ele alalım (veya piyanist’i) , ister costa gavras ‘ın z ‘sini tüm bu filmlerdeki cinayetler o an bizi çarpsa veya üzse bile hiçbiri bir “rahatsızlık” duygusu uyandırmıyor ve sonunda tüm bu filmlerden yüksek bir “sinemasal zevk” alarak çıkıyoruz. filmlerden çıktığımızda dudaklarımzdan dökülen ilk sözcük “başyapıt” oluyor. salo’da ise bu imkansız. pasolini bu filmden zevk almayı tamamen imkansız kılıyor. herhangi bir sinemasal haz almak da imkansiz. 4 tane çirkin, yaşlı sapığın bir grup genç kız ve erkeğe uyguladıkları cinsel işkenceler nasıl vahşice işlenen cinayetlerden daha rahatsız edici oluyor anlmıyorum ama öyle işte. kimse bu filmde, kaçmaya kalkan genç vurularak öldürünce rahatsız olmuyor. herhangi bir cinsel işkence sahnesiyse insanın midesini alt üst ediyor. evet salo boktan bir film. gerçekten çok kötü ama haz yollarını kapatarak, faşizmin ne olduğunu seyirciye gerçekten hissettirerek faşizmi eleştirmenin de tek yolu da bu galiba.
kitabının yanında filmi çizgi film seyri gibidir. ağzı leş gibi kokan dişsiz bir ihtiyar kadına tecavüz ederek boğazını kesme fantazisini gerçekleştiren adamlar mı istersiniz; sadece ve sadece ölmekte olan bir insanın yüz ifadesiyle orgazm olabilen ve bu gayeyle şehrin idam cezalarının infaz edildiği alanı gören bir kat kiralayıp huzura erebilen asiller mi?… böylesine enterasan hikayelerle akıp gidiyor roman. filme haksızlık etmeyelim lütfen.
Linkler:
Yönetmen :
|
Pier Paolo Pasolini |
Senaryo :
|
Pier Paolo Pasolini, Sergio Citti, Marquis De Sade (Kitap) |
Oyuncular :
|
Paolo Bonacelli, Caterina Boratto, Giorgio Cataldi, Hélène Surgère, Elsa De Giorgi, Aldo Valletti, Umberto Paolo Quintavalle, Lamberto Book, Umberto Chessari, Franco Merli, Claudio Cicchetti, Antonio Orlando, Bruno Musso, Sergio Fascetti, Sonia Saviange |
Yapımcı :
|
Alberto Grimaldi, Antonio Girasante, Alberto De Stefanis |
Görüntü Yönetmeni :
|
Tonino Delli Colli |
Müzik :
|
Ennio Morricone |
Bunu beğen:
Beğen Yükleniyor…
Siz ne düşünüyorsunuz?