Kimim ben? Bu aynadaki? Ben miyim? Sıkıştığımı hissediyorum. Nefessiz kaldığımı. İçiden birşeyler açığa çıkmak istiyor. Bedenim kurdeşenlere yenik düşmüş. Vücudumda hareketlerini hissedebiliyorum. Hamam böceği büyüklüğünde. İnce bir çığlıkla vücudumda dolaşıyorlar. Damarlarımın birer birer şiştiğini görüyorum. Acı bir kaşıntı vücudumda. Tırnaklarımı geçirmek istiyorum. Belkide daha fazlasını. Gözlerim şişmiş. Altında pıhtılaşmış kandan bir sürme. Elimi yüzümde gezdiyirorum. Sakallarım hafifçe çıkmış. Şişmeye başlamş elleirmi patlatacakmışçasına batıyor. Göz yaşlarım…
Sakin olmalıyım. Kendimi kontrol etmeliyim. İçimdeki büyük güç sebepsizce açığa vuruyor kendini. Oysa tüm istediklerini yaptım. Bedenimi, ruhumu kurtarabilmek için sadece. Ama benden istediği daha fazlası. Bir gece, sadece düşlerimi duyabildiğim anda, büyük bir gürültüyle hissetim onu içimde. Bir parçam, bendenimden daha ötesi, aklımın bir kısmı ve hatta şimdi söyleyebilirm ki tümü ona ait. Bazen kendime yabancılaşıyorum. Bu göz, bu eli bu vücut, bu dil, bu damak, bu… hiç birşey benim değil. Sanki bu bedende misafirim. Bir gün sıram geldiğinde, görevlerimi biritdiğimde, içimde kuluçkaya yatan kanatlı yumurtalarımı gök güzüne sallayacağım. Biliyorum. Olması gerkeni biliyorum…
Beni affet. Sana layık olamadım. İçimde sürekli sana layık olamamanın korksuyla yaşarken, görmemeni istediğim çok şey yaptım. Şimdi ise affına sığınıyorum. Beni affet. İçimde büyüyen varlığın için… Sen olduğum sana yaklaştığım için…
Alacakranlık çökmüş. Sabepsiz bir sıkıntı var içimde. Burnumda uzaklardan gelen et kokusu. Sanki onun dikine gidiyorum. Evet burnumun. Başım öne eğik. Kırmızı arnavut kaldımının tam ortasındayım. yeryer beyaz taşlarla desen verilmeye çalışılmış. Kaldırımın yanındaki sokak lambaları, hemen yukarısında uzanan reklam panoları rüzgarın şiddedi ile sallanmakta. Saçlarım birbirine karşıyor. Ellerimle geriye itmek istediğimde birbirine dolaşan saçlarım parmaklarıma takılarak kopuyor. Siyah bulutlar yavaş yavaş açık gökyüzünü ele geçirmekte. Yıldızlar kendilerini dünyanın başka bir yerine bırakmışlar. “Ne görüyorsun?” İçimden bir ses bunu haykırıyor bana.
Büyük bir gürültüyle ilkiliyorum. Başımı gürülütüye çevirdiğimde ayağımın yanında havlayan bir köpek görüyorum. Yerden kırk santimetre kadar tüksekte, atmış beş santimetre uzunluğunda diyebilirim. Sanki tüyleri bir kazak gibi vücuduna geçirilmiş. Sanki köpeğin ayakları yok o tüy yumağıyla yere basyor. Gözleriyle nasıl görebildiğinden şüpheliyim. Kımrızı dili dışarıda, sanki sırıtarak bana bakıyor. Bir yandanda kahkaha biçiminde hırlaması kulaklarıma gelen.
“Gel oğlum çok ayıp bırak beyfendiyi…. Kusura bakmayın genelde bu kadar asabi değildir.”
“Ah, yok önemli değil, almıştım biraz, ama korkutmadı desem yalan olur.”
“Kusura bakmayın, hadi gel oğlum…” Köpeği çekiştiriyor ancak köpek gitmemekte kararlı. “Bak eğer yürümezsen gezimizi yarıda keser seni eve götürürüm.”
Köpek kadının bu sözüne küçük bir hırlama ile cevap veriyor ama istifini hiç bozmuyor.
“Ne oldu bilmiyorumi aslında hep söz dinlerdi… Hadisene oğlum gidelim.”
“Sanırım beni çok sevdi. Ufaklığın cinsi nedir? İlk defa gördüm bu cinsi, eh malum biz sokak köpeklerine alışmışız.”
“Bouvier des Flandres cinsi adı ise, Bono.”
“Tam bir Fransız desenize, adıda uymuş, Bir rock yıldızı kadar da siyah ve alımlı.”
Kadın hafifçe gülümsüyor.
“Evet aslında Bono hayranıyım, köpeğiminde hayranı olduğum birinin adını taşımasını istedim”
“Eh Bono olmasa da bende koyu bir U2 hayranı sayılabilirim…”
Siz ne düşünüyorsunuz?