Geçtiğimiz festivalde filmi izleyecektim ancak yer bulamamıştım. Akabinde nasılsa izlerim dedim ve bir kenara kaldırmıştım. Geçtiğimiz aylarda uzun bir uçuş sırasında hava yolunun video listesinde filme rastladım ve izleyeyim bari dedim. İzledim izlemesine hatta filmi izlerken yolculuğun nasıl geçtiğini anlamadım bile. İnince yazarım dedim iş güç dedim derken bu güne kadar geldi yazmak. Film pek sevdiğim yönetmen, Wes Anderson‘a ait. Yine bir hikaye, bir şiir kitabı gibi filmle çıkmış karşımıza Wes Anderson.
Film oldukça eğlenceli. Her dakikasını gülümsemeyle izliyorsunuz. Oyunculuklar çok güzel. Zaten filmin ana kadrosu başlı başına yeter. Ama filmde küçük rollerde ünlü isimleri görmekte oldukça keyif veriyor insana. Oyunculuklar güzel dedim aynı şekilde karakterler de yine özenle ve ayrıntılı bir şekilde incelenmiş.
Her ne kadar har şey yerine otursa da sanki biraz hikayede boşluklar var gibi. Yani hikayenin amacı ne ban pak anlayamadım. Gerçi her hikaye bir amaca hizmet etmeli midir o da ayrı bir konu. Bu filmde bir başlangıç sonuç ilişkisi içermese de anlatımın keyfiliği filmin bütün eksilerini götürüyor. Gerçi Wes Anderson’un diğer filmlerine de baktığımızda aynı şeyleri görebiliyoruz.
Film görsel olarak çok başarılı, mekanlar, kostümler her şeyi ile dört dörtlük diyebilirim. Filmin görüntü yönetmenini de tebrik etmek lazım. Aynı şekilde filmle uyumlu müzikler tam anlamıyla izlenim sırasında görsel bir şölen sunuyor. Ancak filmin temposu o kadar hızlı ki zaman zaman bazı kareleri atlamamanız imkansız. Bu sebepten dolayı filmi bir kaç kez izlemekte fayda var. Her karesi ile gerçekten düşünülmüş ve uğraşılmış bir film The Grand Budapest Hotel.
Film açılışını yazılmış bir kitap okunarak yapıyor. Kitap ise bir yazarın 1968 yılında Büyük Budapeşte Oteline yaptığı ziyareti anlatıyor. Bu dakikadan sonra da biz yazarın yaşadıklarını izlemeye başlarız. Genç yazar yazacak bir şeyler ararken otelde Sıfır Mustafa ile karşılaşır. Sıfır Mustafa otelin sahibidir. Bir akşam yemeğe otururlar ve Sıfır Mustafa bu otelin kendisine nasıl kaldığını anlatmaya başlar. Otel şu haliyle Alp Dağlarında, bir Avrupa ülkesi olan Zubrowka Cumhuriyeti’n dedir. Savaş sonrasında yoksulluk ve bakımsızlıktan harap durumdadır. Zero Mustafa kendi hikayesi ile birlikte otelin eski günlerini de anlatır.
Burada bir hikayeye daha giriş yaparız. Bu hikaye Zero Mustafa’nın küçüklüğünde, 1932 yılında otelin şatafatlı günlerinin sonlarına yakın dönemde başlar. Mustafa otelde karşılama görevlisi olarak yeni işe başlamıştır. Ülke savaşın içerisindedir ancak otelin hem odacısı hem de sahibi olan Gustave’ın bu durum pek umurunda değildir. O oteline gelen misafirlerle ilgilenirken aynı zamanda özel misafirleri olan yaşlı ve sarışın kadınlarla da birlikte olmaktadır. Bir gün yine beraber olduğu kadınlardan biri olan Madam Céline Villeneuve Desgoffe und Taxis otelden ayrıldıktan kısa bir süre sonra evinde ölü bulunur.
Gustave son görevi olarak soluğu Madam Céline Villeneuve Desgoffe und Taxis’in evinde alır. Yanına da yardımcı olarak Mustafa’yı alır. İkisi eve gittiklerinde kadının kendilerine de bir şey bıraktıklarını öğrenirler. Ancak diğer akrabalar bu işten pek hoşnut olmaz. Bu sebepten dolayı Gustave’i katil diye ihbar ederler. Gustave ve Mustafa yakalanmamak için kaçmaya çalışırlar.
Film kesinlikle izlenmesi gereken filmler arasında. Hatta defalarca sıkılmadan izlenilebilir. Öyle ki her izleyişte başka bir ayrıntıyla göz göze geliyorsunuz ve bu her izlenimi keyifli bir hale getiriyor. Bence görsel olarakta son dönemin en iyi filmlerinden.
Yönetmen: Wes Anderson
Senaryo: Stefan Zweig, Hugo Guinness, Wes Anderson
Oyuncular:
Ralph Fiennes | … |
M. Gustave
|
|
F. Murray Abraham | … |
Mr. Moustafa
|
|
Mathieu Amalric | … |
Serge X.
|
|
Adrien Brody | … |
Dmitri
|
|
Jude Law | … | Genç Yazar | |
Bill Murray | … |
M. Ivan
|
|
Edward Norton | … |
Henckels
|
|
Saoirse Ronan | … |
Agatha
|
|
Tony Revolori | … |
Zero
|
Linkler:
Siz ne düşünüyorsunuz?