Stephen Daldry ve David Hare buluşması The Hours‘tan sonra yine başarılı bir filmle çıkmış karşımıza. Bernhard Schlink‘in aynı adlı romanından beyaz perdeye gayet güzl bir şekilde uyarlanmış. Zaten bu iki ismin uyarama filmler konusundaki başarısı yadsınamaz.
The Reader bol ödüllü bir film. Elbette bu ödülleri de hakkıyla alıyor. Gerek oyunculuk, gerek kostüm, gerekse sahne her biri gayet aşarılı. Ancak makyaj konusunda aynı şeyleri söyleyemeyeceğim her güzelin bir kusuru olur deyip bu konudan sıyrılmak istiyorum. Filmde umduğumdan fazla gereksiz sahnelere rastlamadım. Herşey kıvamında ve sürükleyici gidiyordu. Filmin ilk yarısı gereksiz gibibi gözüken sevişme sahneleri ve karakterler arasındaki etkileşim aslında bize genç bir insanın hayatını nelerin ekleyebileceğini gayet açık bir şekilde veriyordu bize. Bu sahneler boyunca aklıma yer eden cümle ise bir erkek ilk beraber olduğu kadına aşık olur ve ondan kopamaz yönündeydi. Evet bu bir gerçek. Karakterimiz Michael’de bu durumdan nasibini almış hatta olayı biraz daha abartmıştı.
Filmin makyajdan sonra eksik gördüğüm diğer bir yönü ise kullanılan dil oldu. Bence bu uyarlamanın özgün romanının ana dilinde yani Almanca olması gerekirdi. Almanya’da geçen bir hikaye ve o dönemi anlattıp yaşattığınız bir hikayede kullanılan dilin İngilizce olması filme adaptasyonumu yer yer koprattı. Kısa bir dönem içersinde Almanca olarak filmi izleme düşüncelerim belirmeye başladı aklımda.
Film 16 yaşında bir genç çocuğun kendisinden yaşça büyük bir kadına aşık olmasıyla başlıyor. Michael Berg bir gün okul çıkışında hastalanır ve bir apartmanın girişine sığınır. O durumda olan çocuğa Hanna Schmitz adında bir kadın yardım eder ve onu evinin yakınına kadar bırakır. Michael uzun bir süre hasta kalır. İyileştiğinde ise Hanna’ya teşekkür için evine gider. Hanna’ının ona yaklaşımı farklı olmuştur. Genç çocuk Hannadan hoşlanmıştır ve bir kaç kez daha onu ziyarete gider. Daha sonra birlikte olmaya başlarlar.
Hanna geçmişi ve geleceği hakkında pek düşünmeyen birisidir. Tranvayda bilet kontrolorü olarak çalışmaktadır. Terfi alır ve gider.
Michael’ın bir şeyden haberi yoktur. Onu bekler gelmediğini gelince geri döner. Öyleki Hanna onun bir türlü aklından çıkmıyordur. Üniversiteyi okurken öğretmenleri gözlem için bir mahkemeye götürür. Michael burada Hanna’yı görür sanık sandalyesindedir. Hiç beklemediği bir şekilde.
Hanna terfi ettiği işinden ayrılmış nazi kampında gardiyan olmuştur ve şimdi de bu kamptaki bütün insanların ölümünden sorumlu tutulmaktadır. Hanna’nın okuma yazması yoktur ve sırf bundan utandığı için tüm suçlamaları kabul eder ve ömürboyu hapis cezası alır. Michael onun okuma yazması olmadığını bilmiyordur ama bunu söyleyemez. Hatta onu ziyarete bile gidemez. Hanna’nın hapiste kaldığı sürece Michael ona kitapları kasede kaydederek gönderir. Hanna bu şekilde okumayı ve yazmayı öğrenir. Yirmi sene sonra bir af sonucu Hanna bir çıkacağı zaman tek tanıdığı Michael vardır.
Kısaca bu şekilde özetleyebiliriz filmi. Filmde değinilen öyle çok şey varki.
Film bir ipin iki ucunda gidip geliyor. O kadar çok konuya değinilmişki izleyici olarak neyi çıkarabileceğimiz bir muamma. Belkide insanların gözüne batan sahneler bu sebepten. Flmin ahlaki boyuttan değerlendirmesini yapabiliriz. Ancak işin içinde bir aşk varsa bu değerlendirme ne kadar bizi doğruya sevkeder elbette tartışılır. Film birazda bizim genel olarak topluma, ahlaka, eğitime, kanunlara bakış açımızla ilgili.Filmdeki noktalar o kadar dalgalı ki bize yakın olanı seçmemiz algımızı o kadar kolaylaştırıyor.
Filme şöyle bir bakıldığında karakterleirnde kendi içersinde kendilerini aklamaya çalıştıkları, yaptıkları şeylerden ötürü aldıkları rolü ve düşüncelerini görüyoruz. Bu yüzden hikaye bizi taraflı olmaya itemiyor. Ardada kalıyorsunuz belkide birizleyici olarak cnaımızı sıkan en büyük nokta bu, neye inanacağımızı bilmemek.
Filme şöyle bir bakıldığında karakterleirnde kendi içersinde kendilerini aklamaya çalıştıkları, yaptıkları şeylerden ötürü aldıkları rolü ve düşüncelerini görüyoruz. Bu yüzden hikaye bizi taraflı olmaya itemiyor. Ardada kalıyorsunuz belkide birizleyici olarak cnaımızı sıkan en büyük nokta bu, neye inanacağımızı bilmemek.
Film hakkındaki spekülasyonlara geilnce, bu film kesinlikle bir soyırım filmi değil. Bir toplumu yüceltmek yada yerin dibine sokmak gibi de bir amacı yok.Oyunculuk olarak Kate Winslet ‘in ağır baskısı hakim ki elinde kesinlikle kimse su dökemez. Role iyi hazırlandığı ve rolünün hakkını verdiği aşikar, iyi bir seçim olmuş. David Kross ümit vadeden genç oyuncular arasında.Ralph Fiennes için söylenecek bir şey yok zaten. Stephen Daldry ve David Hare ikilisinin yeni filmlerini dört gözle bekliyorum.
Oyuncular
Ralph Fiennes | … | Michael Berg |
Jeanette Hain | … | Brigitte |
David Kross | … | Young Michael Berg |
Kate Winslet | … | Hanna Schmitz |
Susanne Lothar | … | Carla Berg |
Alissa Wilms | … | Emily Berg |
Florian Bartholomäi | … | Thomas Berg |
Linkler:
Siz ne düşünüyorsunuz?