uçsak mı, kaçsak mı?

yarın sabahın körü itibari ile antalya’ya uçuyorum… kimse ağzını büzüştürüp ooo demesin gidiş sebebim tatil değil iş… bu sebepten dolayı yorucu günler beni bekliyor olacak dönüşü de otomobille yapacağımızı hesaba katarsak baya bir yorucu hafta sonu bekliyor beni…

aslın sorun şurada, ben ilk kez antalya’ya gidiyorum. onu da geçtim ilk kez uçağa biniyorum. korkuyor muyum? hayır. heyecanlı mıyım? kısmen. lakin türlü türlü duygularımı dışarıya vurabilen bir insan değilim, bir panik patlaması bekliyorum kendimden.  hiç olmazsa eğlence olur… lunaparklarda bilumum tepe taklak dönen şeylerden zevk aldığımı düşünürsek uçakta benim için zevkli olacaktır. tek temennim, bol hava boşluklu bir uçuş… şöyle ata biner gibi atlayıp zıplamak güzel olur. tabi daha iyisi insanın içinin şöyle iyi olması…

uçak yolculuğu deyince aklıma “alaca karanlık kuşağı”ndan bir bölüm geliyor. yağmurlu bir günde uçak kalkar, ufak bir çocuk pencereden dışarıyı izlemektedir. O arada uçağın kanadının üzerinde yeşil bir şeylerin dolandığını fark eder. yanındaki büyüklerine söyler ancak, inandıramaz. bu yeşil şey uçağa zarar vermektedir. çocuk canlı olarak olup biteni izler ve o anda pilottan da haberleri alır… yeşil cinin hareketleri, yaptığı işten aldığı zevk ayrı bir anlatım konusu?

durum böyleyken, uçuş esansında her türlü abuk sabuk, hikayeye kendimi hazırladım. keşke uçuşum gece olsaydı diyorum ama artık bir daha ki sefere… ancak hayal gücümün pörtleyip, türlü fantezilerle uçuşu bitireceğimin hissiyatı içerisindeyim… artık dönüşte -dönebilirsem, uçak düşüp bir adada yaşamaya çalışmazsam, yada uçarken nirvanaya erip süper kahraman olmazsam- konu ile ilgili birşeyler yazarım artık…