Kuraklık çökmüştü sanki şehre. Her adımı, suyun tadını unutmuş kaldırım üzerindeki toz parçacıklarını soluk borusuna kadar itiyordu. Burnunun direğini sızlatmaya başlayan bir koku toz birikintilerine karışarak usulca yayılıyordu etrafa. Ağzındaki mayhoş tadın sebebi bu olmalıydı. Uzaktan, derinlerden farklı bir koku daha geldi burnuna, kolayca tahmin edebileceği. Çiğ et kokusuydu bu. En son çocukluğunda almıştı bu kadar keskin, taze et kokusunu ve ardından bir daha et yiyememişti.
Burnunu kapattı, parmaklarının uçlarıyla. Vakit gece yarısını geçmiş, sokakta, lambaların çevresinde dolanan sinek seslerinden başka bir ses yoktu. Bir de az önce geçtiği yanıp sönen ve yanıp sönerken de küçük bir patlama sesi çıkaran flaman lambadan başka. Bilindik sessizliğin içinde yürümeye devam ederken birden bir çığlık duydu. Bebek çığlığıydı bu. Bu beklenmedik ses irkilmesine, duraksamasına sebep oldu. Hızlıca etrafını kolaçan etti. Gelebilecek tehlikelere hazır olmak istiyordu. Ürkütücü sessizlik karşısında, biraz daha gözlerine güvendi. Etrafta kimse yoktu.
Oysa ses o kadar yakından geliyordu ki, sanki bebek yanı başındaydı. İlk çığlık, sonrasında ağlamaya çabalayan bir bebeğin seslerine bıraktı kendini. Sokağı dinledi, bebeği… Susması için çaba eden bir ses aradı ama duymadı. Karanlığın her şey gibi bu sesinde üzerini örtmesini bekledi. Beklediği olmadı. Bebeğin çığlıkları yavaş yavaş feryada dönüyordu. Maalesef hayattaki ilk öğrenimini bu şekilde yapıyordu.
Sesin geldiği yöne baktı, biraz daha kulağını kabartarak. Köhne, çatısı yıkılmış, ayakta durmaya zorlanan ahşap bir yapıydı karşısındaki. Merak etti. Tereddütle birkaç adım attı ve her adımıyla birlikte ses ona daha fazla yaklaştı. Kapının önüne geldiğinde, bu köhne eve girmeye tereddüt etti. Yarı açık, bir menteşesi tutan kapıya dikkatini yoğunlaştırarak dinledi. Bebeğin çığlığından başka ses yoktu, burnuna ise keskin bir rutubet kokusu geliyordu. Ürkek bir ses tonu ile içeriye doğru seslendi. Lafını kesen, ona yanıt veren bebeğin çığlıkları oldu. Tekrar seslendi. Yine bebek karşıladı sesini.
İyice merak etmeye başlamıştı. Dikkatlice birkaç adım attı kapıdan içeri. Aklında, merakının yanında, evin üzerine çöküp çökmeme ihtimali de dolanıyordu. Dikkatini topladı. Kırık pencerelerden içeriye sızan ışık, yeterli görüşü sağlamıyordu ona. Cebinden telefonunu çıkardı. Bir gözü içeriyi gözlerken, diğer yandan da telefonunun fenerini yaktı. Etrafın aydınlanmasıyla birlikte, yerde öbeklenmiş çöplere kaydı gözü, burnu daha keskin bir kan kokusu almıştı. Sanki aydınlık, koku almasını da kolaylaştırmıştı. Her şeyin kokusunu en ince ayrıntısına kadar alabiliyordu, kokmasalar bile. Birkaç adım sonra yine seslendi. Tek cevap bebekten geldi. Az önce susmuş muydu yoksa üzerine düşen korku duymasını mı engellemişti? Kararsız kaldı. Üst kattan geliyordu bebek çığlığı.
Birkaç adımda merdivene yaklaştı. Tozlu tırabzanın sağ eli ile istemeyerek olsa da tuttu, ayağının tabanıyla basamağı yokladı. Sağlam görünüyordu. İlk basamağa çıktı. Durdu, olduğu yerde biraz sallandı. Basamağın güvenirliliğini test ettikten sonra, merdivenlerin sonuna baktı. On üç basamak daha çıkacaktı bu şekilde. Yavaşça aynı temkinlikle çıktı tüm basamakları. Her adımda hem çığlık sesi kulaklarına hem de kan kokusu burnuna daha keskin geliyordu. Son basamakla birlikte sese çevirdi kafasını. O yöne gidecekti. Aklında hızlıca ne yapacağını toparlamaya çalışırken, ekinde kendini koruyacak hiçbir şey de yoktu, telefonun pilinin biteceğini bildiren bir görsel geldi ekrana aynı anda sesli bir uyarı. Beklediğinden farklı olan bu ses yerinde sıçramasına sebep oldu ve neredeyse merdivenden aşağı düşecekti. Daha hızlı hareket etmeliydi. Karanlıkta kalmadan merakını bastırmalı ve bu evi terk etmeliydi. Odaya doğru yöneldi. Kapı tam açıktı. Kan kokusu iyice hissedilebilir olmuş, evin elli yıllık rutubet kokusunu silmişti. Burada yaşayan sadece kan vardı. Birkaç adım sonra kapının eşiğinden sızan kan birikintisi gördü. İnce karanlığın içinde yılan gibi süzülen. Heyecanı artmıştı. Kalbi daha hızlı çarpmaya başladı. Başıma bela almayayım diye düşündü ama buraya kadar gelmişken…
Adımını attı. Kan ayakkabısına bulaşmasın diye ne kadar uğraşsa da kurumaya başlayan kan ayakkabısının burnunu yaladı. Ayakkabısına bulaşan kana baktı ve yüzünü ekşitti. Bir an için ses kesildi. Ya da öyle hissetti. Alıştığı sesin kesilmesi bulunduğu yeri ve amacını hatırlattı ona başını kaldırdı. Telefonun ışığını odanın köşelerinde gezdirdi. Gözlerine inanamamıştı. Yerde kanlar içinde yatan bir kadın, o kanları havuz eylemiş bir bebek, akıntıya kapılıp kaybolmasın diye bebeğin göbeğine bağlanmış bir kordon gördü. Gördüklerine inanmak için tekrar baktı, dikkatlice. O esnada bir karanlık kapladı ortalığı. Telefonun şarjı bitmişti.
Haykıran bir bebek, ölü bir kadın ve kendi korkularıyla baş başaydı.
Siz ne düşünüyorsunuz?