Vanishing on 7th Street / Kıyamet Gecesi

Bilindik kıyamet senaryolarına bir başkasını eklemiş, senarist Anthony Jaswinski ve yönetmen Brad Anderson. Filmin konusuna baktığınızda oldukça ilgi çekici. Karanlığa gömülen bir şehir ve sadece kıyafetlerini ortada bırakıp kaybolan insanlar. Bu bilinmezlik ister istemez insanın gerilmesine neden oluyor ve bu umutla filmin karşısına oturuyorsunuz.

Kurduğum cümleler olumsuzlukların başlangıcı gibi gelebilir size. Gerçekten de öyle. İlginç bir konuya elle tutulamayan bir kurgu eklediğinizde beklenti ile izlediğiniz film sizde hüsran yaratıyor. Ancak film bu hali ile yeterli değil mi sorusuna “evet, değil” yanıtını verirken aslında filmin bize veremediği cevaplar bu konuda etkili oluyor. Film başlı başına soru işareti yumağı. Peki böyle filmler zaten yok mu? Elbette var ancak filmin kurgusu o yöne ilerlerken film zaten bizi şartlandırmış oluyor.

Vanishing on 7th Street’te filmin sizi bir yerlere, bir düşünceye doğru sürükleyeceğini düşünüyorsunuz. Ancak film başından sonuna kadar, aynı düzlükte ilerliyor. Kalan üç beş kişi ne olacaklar hakkında ne de olanlar hakkında düzgün yorum yapabiliyorlar. Hikayeyi kurtarmaya çalışan tek şey, bir sinemanın makinisti Paul’ün Amerika’ya ilk yerleşen İngillizlerin, Amerika açıklarındaki bir adada yaşadıkları olaydan bahsetmesi. İngilizler bu adaya yerleştikten bir süre sonra “gölgeler” onları aynı bu şekilde yok etmiş geriye sadece kıyafetleri kalmıştır. Tabi bu hikaye de havada ve de izleyicinin global bir olay olarak gördüğü bu olayları tek bir alana indirgiyor. Filmin kopma noktası bir yerde de burası.

Yazıda, sinemanın makinisti Paul’ün varlığından bahsetmiştik. Onun gibi 4 karakter daha var. Bunlardan bir diğeri ise Luke karakteri. Luke bir haber kanalında muhabir olarak çalışmakta karakter olarak ise kendinden başkasını düşünmeyen itici biridir. Bir sabah uyandığında hazırlanır ve işe gitmek üzere evden çıkar. Residence gibi bir yerde oturmaktadır. Asansörle aşağıya indiğinde etrafta kimse yoktur. Güvenliğe durumu söylemek ister ancak güvenlik sandalyesinde sadece güvenlik kıyafetleri vardır. Tabi yerde de bir çok kıyafet. Luke nedense hiç bir şeyi fark etmez. Sanki sıradan bir olaymış gibi gazeteyi alır ve yoluna devam eder. Sanki bu sessizlik onu rahatsız etmemiştir. Tabi karakter bir muhabir olunca, bu gibi ayrıntıları görmemesi izleyicinin gözüne batıyor. Luke olayı dışarıya çıkıp şehri gördüğünde fark ediyor. Burada sahne daha kısa tutulsa belki bu ayrıntılar göze batmayacak, ancak sahne gereğinden uzun.

Hikaye Luke üzerinde dönünce onunla geçirdiğimiz süre ister istemez fazlalaşıyor ve hatalar gözümüze daha çok batıyor. Karanlıkla gelen ve insanları sömüren bu şeyler (ki bize öyle lanse edildi) Luke binadan dışarıya çıktığında gördüğümüz manzara ile ile bağdaşmıyor. Güneşin doğması ile bu karanlık şeyin yok olması gerekmekte ancak sokakta gördüğümüz trafik ve yerde birikmiş kıyafetler bize o fikri vermiyor. Sanki bu olaylar gündüzmüş gibi.

Rosemary ise dokuz aylık bebeğini arayan ve karakterler içerisinde inancı en sağlam olan kişi. Zaten böyle birinin olmaması zor bu tarz filmlerde. Ancak Rosemary’de gördüğümüz yarım yamalak bir din bilgisi. Yani öyle körü körüne tanrıdan inançtan bahsetmiyor. Bu üç karakter, şehrin karanlığında jenaratörle ışıl ışıl parlayan parlayan Sonny’s Bar’da bir araya geliyorlar. Barda ise 12 yaşında James adında bir çocuk vardır. James’in annesi kilisede biri var mı diye kontrole gitmiş ve çocuğuna buradan ayrılmamasını söylemiştir. Burada aklıma takılan bir diğer konu ise jeneratör ile beslenen ve sürekli yalpalayıp duran bir yerde -ki ışık sayesinde hayattaysanız- kimsenin jenaratör üstündeki yükü azaltmaya çalışmaması ta ki mazot iyice bitene kadar. Bu arada anladığım kadarı ile belirtmeliyim ki sanıyorum karanlık şeyler elektrik enerjisini de emmekte.

Bu gelen karanlığın insan figürlerine benzemesi, çıkardıkları ses ile tanıdık kişileri taklit etmesi insanın aklına soru işaretleri bırakıyor. Aslında bunlar bir taklit mi yoksa ortadan kaybolan kişiler bu karanlığın içinde yeni bir boyutta, yaşamaya devam mı ediyorlar. Tabi film bu sorunun yanıtını da veremiyor bize. Film temel olarak ne bilimi ne de dini kendine dayanak olarak almış. Bir son olduğu kesin ancak bunun nasıl geldiği belli değil. İlahi mi, bilimsel mi, fantastik mi? Ancak final sahnesi bunun ilahi olduğunu gösteriyor.

Luke’un ölmesinden ve James’in annesini arama amacı ile kiliseye girmesinden sonra Hz. İsa’nın ikonunun altında uyuya kalıp sadece bir mum ile kurtulması yeni ve aydınlık bir güne uyanması filmin dine gönderme yaptığını yani bu kıyametten sonra dinin devam edeceğini gösteriyor bize. Tabi filmin başından beri ortada arada bir görünen kız çocuğu ve James’in onunla buluşması filme son noktayı koyuyor. Bir felaket ve yeni dünyanın Adem ve Havvası. Ancak James’in zenci küçük kızın da sarışın olması sebebi ile yeni insanların, melez doğacak olması ise büyük bir lütuf.

Karşımızda gerilim ve korku sahneleri ile sıradan bir yapım duruyor. Belirttiğim gibi mantık hatalarını yapmasalar, yada kendi oluşturacakları mantık üzerine bir şeyler inşa etseler,  senaryoyu biraz daha doldursalar, neyin ne olduğunu bilsek çok iyi olacakmış. Bunların tamamı da farklı bir gözle filmin tekrar çekilmesi demek ki o da zor iş. Şu haliyle film, germeyen, korkutmayan, zaman kaybı gibi gözüküyor insana…

Yönetmen:  Brad Anderso

Senarist: Anthony Jaswinski

Oyuncular:

Hayden Christensen
Luke
John Leguizamo
Paul
Thandie Newton
Biberiye
Jacob Latimore
James
Taylor Groothuis
Briana
Jordan Trovillion

Linkler:

http://www.imdb.com/title/tt1452628/

http://film.iksv.org/tr/film/174