Film hakkında bir çok eleştiri okudum. Bunlardan bazıları filmin çok iyi olduğu yönünde bazıları ise kesinlikle beş para etmediği yönündeydi. Sanıyorum bende bir film için ilk defa böyle bir giriş yapıyorum ve yazmadan önce başka blogların yorumlarına bakıyorum. Düşünün ki film konusunda ne kadar çelişkideyim. Öncelikle belirtmeliyim ki film sıradan sinema izleyicisi için değil. Hani derler ya “sanat halk için mi, sanat için mi? diye sorarlar ya bu film o soruyu sorduranların başında yer alıyor. Ben ise kıt sinema bilgimle filmi yorumlamaya çalışacağım.
Tsunami’de kaybolan çocuklarını arayan bir çifttin başından geçenleri anlatıyor film. Ancak söylemeliyim ki güzel atmosferi ve müziklerine rağmen film bekleneni veremiyor. Tabi burada filmden nasıl bir beklentiniz var bu soruyu sormak lazım. Filmi izlemeye başladığınız andan itibaren nedense izleyici ve film ayrı dünyaların insanıymış gibi hissediyorsunuz.Bir belgesel olarak filmi düşündüğünüzde, tamam güzel görüntülere sahip ancak kurgulanan bir film söz konusuysa bir yerde eksikler olduğu aşikar.
Diyaloglar yetersiz. Koca filmden çıkartılabilecek sadece bir iki cümle bulabilirsiniz o da zaten bir karakterin ağzından yapılan Vinyan tarifi. Film boyunca sürekli bir şeyler olmasını bekliyorsunuz. Belirtilen türüne uygun olarak korkmak, ürkmek, belkide bağırmak. Ancak filmde bu durumu sağlayacak en ufak bir sahne yok. Yani korkmak isteyen bu filmden uzak dursun.
Öncelikle film drama. Bu başarılı bir şekilde yansıtılmış. Çocuğunun kaybolmasından sonra Jeanne sürekli çocuğunun yaşadığı fikri ile yoğrulmaktadır. Belki cesedini görse bu inatçılığından vazgeçecektir ama belirsizlik onu içten içe kemirmektedir. Bir yardım toplantısında mafyadan dolayı girilmeyen bir bölgedeki çocukların görüntülerini gösterirler. Görüntüleri izleyen Jeanne, oğluna benzeyen bir çocuğu görür. Paul ise eşinin artık bu olayı takıntı konumuna getirip, aklını kaçırdığını düşünmektedir. Ancak onunda gönlünü yapmak için biraz zorlama da olsa, oğlunu aramaya karar verir.
Belhmer çifti, bilmedikleri bir yerde bilmedikleri insanların peşine takılarak bu girmesi ve çıkması zor bölgeye doğru ilerlemeye başlarlar. Her fırsatta, Paul dönelim dese de Jeanne yönünü çevirmez ve kaderlerine doğru giderler. Burada biz de onların başına gelen dolandırılma, aldatılma olaylarını izleriz. Film bu kısımda hiç katıksız olabildiğince saf bir şekilde anlatılmış. Belkide korku öğesi olarak düşünülen şey bu klasik olabilecekler topluluğudur. Yolculuklarının sonunda Jeanne çocuğunu bulamaz ama bir çok evsiz yamyamlaşmış çocuğu olur yada biz öyle düşünüyoruz. Bu arada Paul’un neden öldürüldüğüne dair bir tez yürütmek gerekirse erkek olduğundan çok, ondaki şiddeti gördüklerinden olduğunu sanıyorum. Beklenen bir son muydu? Aslında Paul için evet, Jeanne için aynısını diyemeyeceğim.
Benim için filmi izlenebilir kılan en önemli öğe, Emmanuelle Béart‘in başrol oynamasıydı. Ne yalan söyleyeyim finalde o yamyam çocukların, yerinde olmayı o kadar istedim ki anlatamam. Final biraz havada kalıyor. Jeanne’e neler oluyor, anlamamız gereken ne, havada bırakılmış.Şöyle genel çerçevede filme bakarsak, yamyamlardan korkarım, derseniz izleyebileceğiniz, oyunculuk bakımından göz dolduran, ancak baştada belirttiğim gibi standart sinema izleyicisi için oldukça sıkıcı olan bir film…
Yönetmen: Fabrice Du Welz
Senaryo: Oliver Blackburn, Fabrice Du Welz, David Greig
Oyuncular:
Emmanuelle Béart | … | Jeanne Bellmer | |
Rufus Sewell | … | Paul Bellmer | |
Petch Osathanugrah | … | Thaksin Gao | |
Julie Dreyfus | … | Kim | |
Amporn Pankratok | … | Sonchaï |
Linkler:
Siz ne düşünüyorsunuz?