Kurgu merakım King ile başlar, televizyon destekli olarak Sir Alfred Joseph Hitchcock filmlerine Alaca Karanlık Kuşaklarına dayanır…
Konu dışına çıkmamakta fayda var…
En son okuduğum King kitabının Kemik Torbası ve 2000 yılında yayımlandığını düşünürsek yaklaşık 7 yıldır King okumamışım demek oluyor bu, tabi ki kısa öyküleri dışında.
Geçen ay sonuna doğru kitapçılarda gezerken Yazma Sanatı’na rastladım. Pek bir meraklı şekilde tereddütsüz kitabı sepetime attım. İçimde birden bire uyanan büyük heyecan, sebepsiz kıpırdanmalar yaratırken, aceleyle ödediğim kitabın parasıyla kendimi dışarıya attım. (Bu arada diğer kitapları unutmuşum…) Beklediğim şey neydi peki? Habersizdim belki de çok hayran olduğum King’in yazım sırrını yakalayacaktım bu kitapta. İçimde ki heyecanın yanında küçük koku kırıntıları da barınmıyor değildi yani. Diğer okuduğum yazım kitapları gibi çıkabilirdi elbet. Zararları dokunmuş muydu, belki hayır ama faydasını da görememiştim. Açıkçası King’den de böyle salakça (!) bir kitap görmeyi de yüreğim kaldırmazdı…
Nitekim öylede olmadı… Kitabı okumaya başladığımda “nasıl yazmalıyız?”dan çok ben böyleydim böyle yatım iyi de oldu tarsı geniç bir öz geçmişle karşılaştım. Hayal kırıklığı mı? Elbette ki hayır, Çünkü King yine yapmıştı yapacağını… Çünkü sistematik değildi, kalıpları yoktu, gayette eğlenceli bir anlatımı vardı (onu korkunç bulanlara tavsiyemdir alıp okusunlar gayet komik bir kişilik(:). Okumuş olduğum üç beş yazım sanatı kitabından daha verimli olduğunu söyleye bilirim…
Küçük Alıntı…
“Şimdi bir şeyi açıklığa kavuşturalım, tamam mı? Fikir Deposu diye, Öykü Merkezi
diye, Gömük Çok Satanlar Adası, diye bir yerler yok; iyi öykü fikirleri
kelimenin tam anlamıyla yoktan var oluyor, boş bir gökyüzünde dosdoğru üstünüze
geliyorlar; daha evvelden birbiriyle hiç ilişkisi olmayan iki fikir bir araya
gelip güneşin altında yepyeni bir şey oluşturuyor. Sizin işiniz bu fikirleri
bulmak değil ve fakat kendilerini gösterdiklerinde onları tanımak.”Stephen King, Yazma Sanatı. . Altın Kitaplar, Birinci Baskı Mart 2007, İstanbul, Türkçesi; Pınar Öcal
Siz ne düşünüyorsunuz?