Tüm hayatımı iyi bir yazar olmayı düşleyerek geçirdim. Hayran olduğum yazarlar yerine kendimi koymak sanki ayrı dünyaların kapısını açıyordu bana. Aldığım en büyük zevk ise onların hikayelere girişlerini okuyarak yazacağım yeni hikayenin sonunu kurgulamak oluyordu… Mesela bu şöyle bir giriş olabilirdi: “Adam iri gözlerini kadının üzerinde gezdirdi…” Bu girişin bir başı olmalıydı. Neden gezdirdi? Gözlerinin iri olduğu neden belirtilmişti? İşte bu sorulara yanıt ararken yeni bir hikayenin eşiğinde bulurdum kendimi. Evet basit sorular ama bilinç altını tetiklemek için yeterli…
Ancak yazmak için gerekli olanlardan biri de zaman. Aslında çalışmak sizi sadece düşünmekten kurtarıyor, az düşündükçe de sosyal ihtiyaçlarınızın sayısı artıyor, çünkü artık gerekli yada gereksizi düşünmek zorunda kalmıyor sizin için düşünenlerin istediği şeyleri yapmaya başlıyorsunuz. Bu sebeple ben de işten uzaklaşmaya karar verdim. Onu terk edecek kadar lüksüm yoktu ama zor da olsa bir ara verebilirdim ve kışın ortasında izin isteyen biri bir patron için bulunmaz bir nimet olsa gerek…
Henüz kar gökyüzünden düşmemişti. Havada aslında soğumak bilmiyordu. Ocak ayının gelmesine rağmen sokakta kısa kollu bir tişört ile gezilecek kadar güzel bir hava vardı. Yeni yıl yaklaşıyordu. Babaannemden hatırladığım bir cümle her zamanki gibi aklımda dolanıyordu. “yani yıla nasıl girersen bütün yıl öyle geçer.” Elbette bu doğru bir söz değildi. Ancak her sene bunun doğru olması, gerçekleşmesi için dua ederdim… Bu seneyi karşılamak içinse çok iyi bir fikrim vardı…
Yeni yıla bir hafta kala iki haftalık izin almış, ve tatilimi geçirmek için de uzak bir dağ köyünde, aslında buna denizde diyebiliriz, bungalov ev kiralamıştım. Amacım yeni yılı yazarak karşılamak ve o yıl boyunca sürekli yazmaktı. Eğer dileğim tutarsa tabi. Bu arada unutmamak gerekir ki yılbaşı tatili ile birlikte iznim iki buçuk haftayı buluyordu. Bu bulunmaz bir nimetti benim için. Doğa, ben, kağıt, kalem… evet elektronik cihaz almayı tercih etmemiştim yazmak için. Tek dünya bağlantım da cep telefonlarım olduğunu söyleyebilirim. Gerçi gittiğim yerde çekecekleri de aşikar…
Tüm hazırlıklarım tamamdı. Cuma akşamının nasıl geldiğini fark etmemiştim bu özlemle. Beklenen şeylerin hep geciktiğini söyleyen bir yanım bu hızlı gelişe şaşkınlıkla bakmıştı. Bu gün tam da beni şehirden ayrılacağım gün büyük bir gürültü ile gökyüzünden boşanan yağmur, donuma kadar beni ıslatmıştı. Otobüse bindiğimde ise ıslanmayan sadece bacaklarımın arası kalmıştı. İki saat sürecek bir yolculuk beni hasta etmekten öteye gitmeyecek ve yaptığım tüm planların içine edecekti. Ama burada insanların içerisinde de üzerimi değiştiremezdim… Yoksa yapabilir miydim?
Başımı yavaşça koltukların başlık hizasından yükselttim. Çoğu kişi uykuya dalmış ve otobüsün ışıkları bu erken saatte kapanmıştı. Aslında bu üzerimi değiştirmem için geri tepilmeyecek bir fırsattı… Etrafa iyice baktım. Yavaşça yan koltukta olan sırt çantamdan bir tane pantolon çıkardım… Mümkün olduğunca gürültü yapmamaya çalışarak pantolonun fermuarını açtım ve pantolonu sıyırmaya başladım, ayaklarıma kadar indirdim. Ama siz her ne kadar gürültü yapmamaya çalışın o aksini yapmak için debelenir durur. Bende de öyle oldu. Pantolonu çıkarırken kolumun çarptığı çantam koltuğun önüne doğru yuvarlandı. Eminim ki çantayı defalarca bu şekilde yuvarlamaya çalışayım kesinlikle yuvarlanmaz… Şimdi buna bahtsız bedevilik denmez de ne denir…
Gürültüden hemen sonra karşı koltukta uyuyan gözlüklü siyah düz saçlı kız gözlerini açtı. Bir refleks ile eğilerek çantaya uzandım ve çıplak bacaklarımı örtmeye çalıştım. Bunda başarılı olmuş olmalıyım ki kız hafif kıpırdanarak gözlerini tekrar kapattı. Bu arada kızdan gözlerimi alamıyor hızlı bir şekilde çantayı koltuğa koyup, Ayağımdan ıslanmış ve vücuduma ısrarla yapışan yapışan pantolonumu çıkartma savaşı verirken kaçamak bakışlarla kıza bakıyordum. Sanki göz kapakları hareket ediyor bakışlarımı kaçırdığım anda beni izliyordu. Gözlerini açmaması için ona daha fazla bakmaya başladım. Göz kapaklarının hareket ettiğini göremiyordum ama bana baktığına emindim.
Küçük yüzlü, küçük burunlu bir kızdı. Yirmi iki yaşlarında diyebilirim. Aslında yanında sevgilisi olmalıydı diye aklımdan geçirdim bir an. O sırada dilinin ucu ile kurumuş olduğunu düşündüğüm dudaklarını dili ile ıslattı aynı zamanda altından geçtiğimiz bir sokak lambası ıslak dudağı üzerinde bir parlamaya sebep oldu. Yavaşça gerindi. Bir an için pantolonumu çıkarmayı unutmuş kıza bakmaya dalmıştım. Kızın hafif hareketi beni kendime getirmiş bir çırpıda pantolonu çıkarabiliştim. Kalın “v” yakalı kazağı hareketi ile birlikte biraz gerilmiş, göğüs arasına doğru biraz açılmış ve kazak tüm göğüs kıvrımlarını gösterecek şekilde gerilmişti… Birden bire vücudumda bir şeylerin hareketlendiğini hissettim ve oraya elimdeki pantolonu sıkıca bastırdım. Kızdan gözümü alamıyor, bu şekilde, hem de namluyu doğrultmuş bir şekilde yakalanmanın beni linçe götüreceğini çok iyi biliyordum. Pantolonumu hızlıca giydim. Artık son yapmam gereken fermuarımı çekmekti. Bu sırada kızın elleri aklıma geldi. Neden bilmiyorum ama ellerini görme hissi uyandı birden içimde. Yüzünden bağlayarak bütün vücudunu süzdüm. Elleri tam göbeğinin üzerindeydi. Bunu anlayabiliyordum ancak üzerine örttüğü montu onları görmemi engelliyordu. “Acaba” diye bir cümle başladı beynimde. “Acaba elleri ile kazağını aşağıya mı çekiyordu?”
Gereksiz düşünceleri beynimden attım. Şehirden uzaklaştıkça, cuma trafiğide şehrin ışıkları gibi azalıyordu. Artık yaklaşık her elli metrede bir dikilmiş olan elektrik direkleri haricinde yolu aydınlatan başka bir şey yoktu. Tabi birde yavaş yavaş azalan taşıtların ışıklarını saymazsak… Girdiğimiz toprak yol yüzünden sarsıntılar da artmıştı. Aklımı boşalttıktan sonra yada ben öyle ümit ediyorum bu düşüncelerden yorulmuşta olabilirim yaklaşık otuz dakika uyumuş muavinin omzumu hafifçe dürtmesi ile uyanmıştım. “Eski mezarlık çıkışında siz inecektiniz değil mi?” Refleks ile karışık “evet” diye yanıt verdim. Muavin arka kapıya doğru ilerlemişti. Yavaşça kalktım, montumu üzerime itina ile giyerek, sırt çantamı sırtıma astım. Bu çabam sırasında karşı koltukta oturan kızın yerinde olmadığını fark ettim. Sanıyorum ben uyurken inmiş olmalıydı. Bir yolculuk esnasında bu kadar derin uyumam beni şaşırtmıştı. Arka kapıya doğru ilerledim. Muavinin bagaj var mı sorusuna, sırt çantamı işaret ederek “hepsi bu yanıtını” verdim. Muavin geri çekildi. Kapı önünü bana verdi. Anlaşılan o ki aşağıya inmeye niyeti yoktu. Otobüs yavaşça durdu ve kapı bir tıslama ile açıldı. Açılır açılmaz soğuk hava suratıma çarptı. Bir adım daha atarak, kendimi soğuk rüzgarın kollarına bıraktım. Sıcaktan birden soğuğa atlayan bedenim derin bir titremeyle irkildi ve bir süre sonra kendine geldi.
Akşam karanlığı iyice çökmüştü. Gökyüzü karanlık bulutları hapsetmiş, hararetli bir şekilde oradan oraya savuruyordu. Rüzgar sertleşmeye başlamıştı. Montumun yakalarını havaya kaldırdım, atkımı birazda sıktım. Sıkışan boğazımı rahatlatmak amacı ile yutkunduğumda sıcak bir kütle boğazımdan aşağıya indi. Beni karşılayacak görevliler henüz gelmemişti. Rüzgar bütün sessizliği kendi safına çevirmiş, ağaç yaprakları ile birlikte
Bütün olma durumu böyle bir şey işte…
Hem olmak, Hem de olmamak.