eskiden öyküler yazardım. içinde aşk olan. tarif edilmeyen duyguların tarifini etmeye çalışırdım. o zamanlar boştaydım, okuyordum. şimdi okumak boşta olmak mi demek diye soranlar çıkabilir ama şöyle bir düşündüğümde, “evet” cevabını verebilirim. okumak, boş olup tembel olmaktı ve okumak aşık olmaktı. en yoğun dönemlerin yaşandığı. gerçekten, aşk mıydı değil miydi bilinmez ama, tembellik aşık olmaktı. tembel olan aşık olurdu. ya da özgür olmaktı aşk. sonrasında gelen görevler, bilinçlendirilmeler… hepsi birer katiliydi aşkın… ceza ehliyeti bulunmayan.
zaman geçtikçe kapattık kapıları. belkide kapattırıldı, her şey gibi onu da bir görev sandık. duygudan arındırıldık. unuttuk ki duygusal insan baş kaldıran insandır, tak dediği yerde… susturulduk konuşmadık. şimdi başlamak istediğimiz yerde, emniyetsiz kaldık. küçük duygular kendini korkulara, korkular ise kendini haz almalara bıraktı. cümleler bitti, hayaller tükendi.
bir gün hayal etmeye başladık. ağırlıklarından haberimiz yoktu o zaman. yaz gelmişti ancak yağmur durmak bitmemişti. kara kara buutlar gök yüzünü işkal ederken aklımıza gelen tek cümle “küresel ısınmaydı”. hayır aslında onu da düşünmüyorduk. günümüzü kurtardığımız için taşıp giden derelerden, su basan evlerden bahsediyorduk. bahisler, her zaman olduğu gibi o günlerde kalıyor kazanan ise hiç bir zaman değişmiyordu. ne olursa olsun kaybeden hep bizdik. yada kim olursak olalım.
bir sabahtı. hafif bir rüzgar pencereden giriyor, sebepsizce ıslanmış yatağımda vücudumun titremesine şahit oluyordum. başka bir yerdeydim sanki. başka bir hayatta. ya da bir rüyanın içinde… eskiden sürekli bir rüya içerisinde yaşadığımı hayal ederdim. hayır hayal etmekten çok hissederdim. bir gün uyanacak ve asıl olması gereken hayatta yaşamaya devam edeceğim… bakıyorum, şimdi ise o hissiyat tamamıyla uzak bana… bir ölü kadar hissizim ve tahmin ediyorum ondan daha da hissiz… bu içimi deşen, vücudumu kaplayan sıkıntı kalkanı ne zaman kalkacak?
hiç bir şey istediğim gibi olmayacak…
… (…)
—
yazar:
Siz ne düşünüyorsunuz?