Aslında neler olduğunu bende bilmiyorum. Gecenin geç saatlerinde şiddetle vurulan kapıma basiretim bağlanmış gibi cevap verdim. Tabi öncesinde yataktan fırlamamla, vücuduma derin bir ter basması bir olmuştu. Derin bir ter diyorum, korktuğum ve heyecanlandığımda sanki vücudumdaki tüm iç organlarım terliyor, bu terle birlikte içerideki tüm ekşimiş, kötü koku vücudumdan atılıyordu.

Bir ara bu kokuyla kendime geldim. Ancak geç kalmıştım. Ağzımdan “kim o” kelimeleri dökülmüş, kapının ardındaki sesimi duyunca daha şiddetle kapıya vurmaya başlamıştı. Bir an saati düşündüm. Gece yarısı olmalıydı. Gözümün ucuyla baktığım pencereden günün ışımadığını fark edebiliyordum. Acaba kimdi kapıdaki? Bir şafak operasyonuna kurban gitmiş olmazdım ya… Hızlıca sosyal medyada yazdıklarımı aklımdan geçirdim. Çok siyasi takıldığım söylenemezdi. En azından kimsenin kanına dokunacak şeyler yazmam… Yazmamışımdır da… Sanırım…

Korku, zaman konusunda cömert davranıyordu. Uzun uzadıya hayatımın son günlerini düşünecek kadar vakit ayırmıştı bana. Kapı vurmaya devam ediyordu. Bir an apartmanı dinledim. Komşulardan birinden bir ses bekledim. Kimsede ses yoktu. Bu biraz daha korkmama sebep oldu. Kesin bir operasyona kurban olacaktım ve apartman boşaltılmıştı. Aklımdan birilerini aramak geçti. Birilerine mesaj bırakmak. Yoksa meçhuller arasına katılabilirdim.

Ancak aklıma geleni yapamıyordum. Yıllardır korkmamakla övünen ben, sonunda bilinç altına işlemiş tüm korku sahneleri ile başbaşa kalmış vücudundaki her hücre korkunun tadını almaya başlamıştı. Derin bir nefes aldım. Pencereden odama dolan soğuk sarı ışık eşliğinde kapıya doğru yavaşça ilerledim. Yataktan kalkıp dudaklarımdan kelimelerin dökülmesi ne kadar hızlı olduysa kapıya varışım o kadar yavaş olmuştu. Kapının ardındaki bir rekora imza atmak üzereydi. Kaç kez çalındı hatırlamıyorum.

Kapının deliğinden koridora baktım. Işık yanmıyor, bir karartı görüş alanını kapatıyordu. Hırsız olabilir miydi? Cüzdanımda sabah bulduğum yüz liradan başka para yoktu. Bir an arka odanın penceresinden dışarı atlamak geldi aklıma. Evim en alt kattaydı atlasam bile ölmezdim. Bu bir opsiyondu am demirleri nasıl geçecektim. “Kimsin” diye bağırdım tekrar. Soruma cevap gelmedi ama kapıya yapılan işkence durmuştu. Delikten tekrar gözledim. Hala karanlıktı. Bu kez zifiri karanlık.

Bir süre kapının arkasında bekledim ve dinledim. Gece olması gibiydi. Sessizdi. Yavaş yavaş vücudum eski sakinliğine kavuşuyor sadece terin bıraktığı ıslaklık inceden vücudumun titremesine sebep oluyordu.

Bir süre daha etrafı dinledikten sonra mutfağa geçtim. Su ve sigara yardımıyla kendimi iyice sakinleştirdikten sonra annemin odasının önünden geçerken sanki sesini duydum. İki senedir evde yalnızdım. Zaman zaman yalnızdım diyelim. Bazen onun varlığını hissediyordum. Ne zaman eve geç gelsem sanki sağlığındaki gibi bana söylendiğini hissediyorum. Arkadaşlarımın evinde kalmam yasaktı mesela. Benim evim yok muymuş? Onun ölümünden sonra adeta içime bir canavar yerleşmişti. Artık o çocuk, onun çocuğu ben değildim. Dediği hiçbir şeyi yapmıyordum. Sanki son perdeye başlamış, insanların sürekli birbirine düşmanlıkları keşfetmeye soyunmuş bir sürekli onların içinde onların hareketlerini izliyordum. Derdim neydi bilmiyorum. Bazen gitmek istiyordum. Bu şehirden, bu ülkeden, neye yarayacaktı bilmiyorum. Kendimi burada bırakamadıktan sonra.

Uyuyacağımı düşünmüyordum ama odama geçtim. Yatağıma uzandım. Lambayı loş bir ışıkta bıraktım. Tavanda anlam verebileceğim şekiller aradım ama bulamadım. Sanki her şey çekilmişti. Bir hiçlik sarmıştı etrafı. Ne kadar geçti bilmiyorum. On dakika, on beş, bir saat. Tekrar kapının vurulduğunu duydum. Bu kez ses vermedim. Sessiz adımlarla kapıya doğru ilerleyip, gözden dışarıya baktım. Bir an annemi gördüm küçük deliğin ardında, küçük bir panik kapladı bedenimi. Ne kadar çok duyguyu yaşamıştım bu gece. Annem ölmemiş miydi? Onun öldüğünü algılayacak kadar zaman geçmişti ölümünün üzerinden. Uyuyor olmalıydım. Bunun bir başka açıklaması yoktu. Muhtemelen lüsid rüyanın ortasındaydım. Kapıyı açtım. Öfkeli bir şekilde bana baktı.

“Gecenin bir yarısı ortalığı yıktım, neden açmıyorsun kapıyı? Bütün milleti uyandırdık.”

Gelenin annem olduğu kesindi. Zaten bir tereddüttüm yoku bu konuda. Rüyada başka kim olabilirdi ki? Ama sürekli mustarip olduğum milletli konuşması o olduğunun en birincil kanıtıydı. “Milletin oğlu, millet ne der, milletin evi…” ‘Milletin’ sonuna ve başına her türlü kelimeyi manalı manasız yerleştirebilirdi annem ve Türkçede karşılığı olmayan cümlelere bile anlam katardı o zaman.

Hızlıca benim odama girdi. Sıkıcı bir konuşmanın başında mıydık yine bilmiyorum. Ne derse desin sessizce dinlemek niyetindeydim onu ne yalan söyleyeyim özlemiştim. Yatağın kenarındaki sehpanın üzerindeki cüzdanımı aldı ve içinden bugün bulduğum yüz lirayı çıkardı. “Bunu ne yapman gerektiğini biliyorsun değil mi?” diye sordu. Aslında biliyordum. Fakat annem onun eski çocuğu olduğumu bilmiyordu. O an için umarım buzdolabını ziyaret etmez diye düşündüm. Birkaç dakika sonra yine kapı çalmaya başladı.

“Aç, aç babandır.”

Babamı hatırlamıyordum. Ben çok küçükken ölmüştü. Kapıdan içeri giren bana resimlerden babam diye tanıtılan adamdan başladı değildi. Ancak onunla aramda bir bağ olduğunu hissedemiyordum. Annem ise yıllardır tanıyormuş olmalıydı bu adamı. Demek ki gerçekten babamdı. Onula konuşacak bir şeyimiz yoktu. Herkesin babası gibi, nasıl olduğumu, ne iş yaptığımı sordu. Sonuna benim ile gurur duyduğunu da ekledi. Bir süre sonra annemin akrabalarım olduğunu iddia ettiği birçok kişi geldi eve. Ben hiçbirini tanımıyordum. Ha, on beş yaşında ölen kuzenim dışında. Hala aynı yaştaydı. Konuşacak çok şeyimiz yoktu onunla da. Bir ölüyle ne konuşabilirdiniz ki? Eski günlerden bir iki kelam ettik. Bir gün benim bisikletimle geziyorduk. Ben bisikleti sürüyor oda arkamda oturuyordu. Küçük bir çıkıntıda önümü kaldırdım ve ikimizde göt üstü yere oturduk. Bu sırada bisiklet gitmeye devam ediyordu. Ne olduğu şaşırmış bir şekilde birbirimize baktık ikimiz birden kahkahalar içine bilgisayarın peşinden koşmaya başladık. Neyse ki eskiden çok fazla araba yoktu. Bisiklet kaldırıma çarpıp durmuştu. Şöyle bir düşündüğümde onunla ilgili tek anımız buydu.

Anı olmayınca, insanlarda olmuyordu. Sanıyorum gidenlerin ardından sildiğim tek şey anıları. Onları sildiğinizde hüzünlerinizde siliniyor. Tabi arada mutlulukları da kaynatmış oluyorsunuz.

Sabah titreyerek uyandım. Üzerimde ki yorgan yatağın bir köşesine toplanmıştı. Rüyamda tanımadığım bütün ölü akrabalarımı, tanıdığım ve ölen tüm tanıdıklarımı görmüştüm. Ne yalan söyleyeyim en çokta eski sevgililerimi aramıştım içlerinde. Tek bir sorum olacaktı.

Onların ölmüş olmalarını istemem kötü bir şey mi sizce? Sanmıyorum.