Aradaki boşlukları doldurmak…

B-Gore serisini bitirdikten sonra blogda bir boşluk oldu farkındayım. Tabii yazmayıp eldekileri kullanırsan onlar da bir yere kadar idare edecek. Bu ara yazmakla ilgili sıkıntımdan sizlere bahsetmiş miydim? Aslında yazmak ile ilgili bir sıkıntım yok ama nedense bir türlü başına oturamıyorum. Burada bolca bulacağınız bir boş vermişliğin içerisindeyim yine. Akabinde de uyku krizleri ki dün 18 saat uyudum nerdeyse dersem yalan olmaz. Şimdi bile uyumamak için direniyorum. Takdir edersiniz ki bu da zaman zaman oluyor. Ben bunu hala geçemeyen mevsim geçişine veriyorum. Yani sanırım öyledir.

Bu arada izlediklerim ve okuduklarım da var ancak onları da paylaşmıyorum. Burayla eş olarak aslında sosyal medyayı da daha sık kullanmam lazım. Bir kaç ay sonra ikinci kitap çıkacak ve şu an bir şeyleri tanıtmanın en kolay yolu sosyal medya. Ama işte ben bunu yapamıyorum. Bu blogda da bu tarz girişimlerim hep kısa kaldı, sonu gelmedi. Çok göz önünde olmak benlik değil sanırım. Bir yandan olsun istiyorum biryandan da olmasın.

Yazının gidişatı yine belli değil. Ancak hızlıca okuduklarımdan ve izlediklerimden de bahsedeceğim diye bir plan yaptım kafamda. Yoksa bu yazı amaçsız sorgusuz bir hale gelecek. Eskiden ne güzel düşündüren, öğreten, öğrendiğim, araştırdığım şeyler paylaşırdım. Bunları paylaşmamaktan mıdır, tekrar etmemekten midir nedir bilmem, hepsini unutuyorum. Bir şey vardı, şöyle şöyleydi diyorum ama adı hiç aklıma gelmiyor. Eh isim vermediğiniz zaman da hiç bir şeyin kıymeti kalmıyor. Belki de yaşlılıktır. Erken bunama falan. Neden olmasın ki?

Hala iş ile kişisel hayat balansını kurabilmiş değilim. Tam kurdum diyorum, kitabı yazdım pandemi patladı evden çalışmaya başladık. Tam evde düzeni kurduk iş ayrı, aşk ayrı diyorum, ofis açılıyor. Şimdi bir de hibrit çalışmaya geçtik. Ne olacak bilmiyorum. Bazen böyle beyni yarsalar da yarısı iş yarısı özel hayat için çalışsa diyorum. İşte tam da böyle bir dizi yapmışlar. Adı Severance.

İnstagram alıtısında da paylaştığım gibi bence bu senenin en iyi dizisi. Hikaye yavaş aksa da kurgu ve olay örgüsü sizi meraklandırıyor. Ayrıca görsel olarak tatmin edici, çekimler hem göndermeli, hem de çok başarılı. Dizinin yaratıcısı Dan Erickson adında biri. Ama bu adam var mıdır yok mudur belli değil. Daha önce hiç bir işi yok sadece 2017 yılında biri özel teşekkür etmiş bu arkadaşa. Gizemli değil mi? Bence de.

Dizinin detayına girmeyeceğim gerisi size kalmış. Bence merak edip izleyin. Ha bu arada dizinin çoğu bölümün yönetmeni prodüktörü Ben Stiller. İlginç değil mi? Oyuncular ve oyunculuklar ise ayrı bir olay. O zaman hikayeye girmeden burada bitireyim bu konuyu en iyisi.

Tabii bu aralıkta izlediğim çok fazla dizi ve film oldu. Sonuçta yıllardır sürekli hastalık derecesinde bir şeyler izleyen biriyim. Şimdi böyle deyince de sanırım bu konuda destek almam gerekebilir. Ancak zaten farkında olduğum bir şeyin desteği nasıl olacak onu da bilmiyorum.

Dünyada en çok satan kitapların kişisel gelişim kitapların olduğunu biliyor musunuz? Buna rağmen gelişememezi çok acayip bir çelişki. Bir de son dönemlerde çocuk kitapları yetişkin kitaplarından daha çok satıyor hem de bir yetişkin kitabı fiyatına iki üç tane alabilirken. Biz hep yapamadıklarımızı çocuklarımız yapsın diyoruz ama arkadaş sen elinde telefonla dolanırken o çocuk neden kitap okusun ki? Ayıp ama.

Bazı dizi ve filmlerden bahsettim mi bilmiyorum ama bahsettiysem de yeniden anmakta bir sorun görmüyorum. Hellbound bunlardan birisi. Güzel yerde bitti başarılı ve hayalini kurduğum bir din ve sistem eleştirisi. Devamı konusunda bir bilgi yok.

Hometown Cha-Cha-Cha benim ince çizgim. Ne de olsa Shin min Ah oynuyor. Romantik Kore dizisi işte. Arcane oyun uyarlaması, zaman geçirmek için işte. The Whole Truth ise Tayland yapımı. Sırf Tayland hasretim geçsin diye. Yoksa pek bir olayı yok. Pişmanlıkların ortaya çıkardığı gizemli delik hakkında.
Inspector Koo var sonra bu da polisiyeli Kore dizisi. Bakıyorum yine uzak doğu yapımları almış gitmiş.

Araya bir belgesel sıkıştırmak isterim: The Movies That Made Us. Zamanında kült olmuş filmlerin ne şartlarda çekildiğini anlatan çok keyifli bir belgesel. İçinde hangi filmler yok ki. Kesinlikle izlenmesini tavsiye ederim. Bu arda belgesel demişken İçimdeki Canavarlar: Billy Milligan’ın 24 Yüzü de izlenmesi gerekenler arasında.

Aslında bir de bahsedilmesi gereken Jean-Pierre Jeunet filmi var listede. Big bug. Tabii Jean-Pierre Jeunet‘dan normal film beklemek biraz saçmalık. Bu film de aynı şekilde. Oyunculukları, işlenişi, renkleri çok sevsem de sanki ben biraz tereddütte kaldım film ile ilgili.

Bir de Pera Palas’ta Gece Yarısı var. Tarihi manipüle eden eserler benim hoşuma gidiyor. Her ne kadar bu dizi tüm izlediğimiz / okuduğumuz bu tarz eserlerin bileşkesi olsa da ben sıkılmadan izledim. Ama keşke daha özgün olaylar anlar olsaymış ya. Sanıyorum kolaya kaçmak bizim kanımızda akan bir kod. Kopyala yağıştır ve olsun. Ne diyeyim.

The Guardians of Justice süper kahraman olan ama büyük sorumluluk altında sıkıntılar yaşayan bir süper kahramanın hikayesi. Sonuçta onlar da insan da süper kahraman da ne bileyim böyle olmasaydı. Archive 81 de havada kalmış bir umut verirken sonrasını getirememiş diziler arasında. Cracow Monsters ergen soslu büyü dizisi. Ek biraz karanlık olunca izliyoruz ne yapalım. Black Crab dünyayı kim kurtarıyor sorunsallı aksiyon filmi. Escape the Undertaker interaktif dedik bağrımıza bastık ama o nedir arkadaş. Evlerden uzak.

The Cursed. Diziyi hatırlamak için bakmam gerekti ya düşünün siz onu tarzı bir Kore doğaüstü dizisi.

Şimdi sayfaya resimlerin yerleşimi açısından biraz lakırdı yapmam lazım. Yoksa çok güzel durmuyor sürekli ve ben buna çok takıyorum. Gerçi mobilde falan çok daha farklı çıkıyor o da ayrı bir durum. Gerçi yazarken gördüğüm karakter büyüklüğü ile okurken gördüğüm farklı ama onu da unuttum. Aslında yine sitenin tasarımını değiştirme vakti geldi gibi de tembel ben nasıl yapacak bu işi emin değilim.

Kendime yakın bulduğum dizilerden biri oldu Uysallar. Gerçi Türkiye’de yaşayanlar için uygun olmaması çok garip bir şey olurdu. Yine de bizi iyi film izlemeye alıştıran Onur Saylak ve Hakan Günday için bence kötü bir filmdi. Hatalar ve eksiklikler çoktu. İşte aslında beklentiyi ne olursa olsun yükseltmeyeceksin.

Midnight Mass değişik işlenmiş bir vampir dizisiydi. Baştan söyleyeyim parlayan ışıldayan vampirler yok. Zaten ben de o sebepten izledim. Biraz daha altı dolsa iyi olacakmış ama işte izleniyor.

Kafa yormasın diye izlediğim dizi oldu The Last Bus. Görevini yaptı ve yormadı da. Eski metalcilerden olunca, gerçi hala öyle sayılırım Metal Lords‘u izlemeden geçmeyeyim dedim. E sonuçta ergen filmi ne diyeyim ki?

Tomorrow hala devam eden Kore dizisi. Şimdi saat geç oldu yaklaşık iki saattir de ben bunları yazmaya çalışıyorum bari yazacaklarımı ikiye böleyim diye karat vermişken sıra bu diziye geldi. Bari hakkında iki laf edeyim öyle kapatayım konuyu. Muhtemelen yazının devamı sonraya gelecek. Bu arada aklıma geldi eskiden izlediklerimi unutmayayım diye yazardım. Tabi illegalden takılıyorduk genelde. Hala belki… Hım… Şimdi legale dönünce nasılsa geriye dönüp bakıyorsun diye yazmıyorum ama arada çok kaynayanlar var. Aslında kenara köşeye bir şeyler koysam mı okunanlar izlenenler diye bilemedim. Neyse diziye dönüyorum ve bitiriyorum.
Öncelikle bu diziden neden bahsetmek istedim onu açıklayayım. Öyle matah bir şey değil. Bence izlenmesin daha iyi. Ancak bizim dizilerde olmaması gerekeni biz bunların önüne geçsin diye yapıyoruz mantığı varken bu Korelilerde biraz farklı işliyor. Nasıl mı? Kore’de intihar oranın yüksek olduğunu duymuşsunuzdur. Bunun önüne geçmek için yapılmış bir dizi bu. Artık oran o kadar çok ki Kore tanrıları işe el atıyor ve ölüm melekleri arasında intihardan vazgeçirme timi kuruluyor. İntihara meyilli arkadaşlar öbür dünyadaki uygulama ve telefonlarda beliriyor ve ekibimiz de bu kişileri kurtarmaya çalışıyor. Heh şimdi elin Korelisi bu işi böyle yaparken, biz tecavüz olmasın diye tecavüzü, şiddet olması diye şiddeti gösteriyoruz. Tabii daha neler gösteriyoruz neler ama benim pilim bitti benden bu kadar.

Yalnız uzun zamandan beri bu kadar uzun yazı yazmamıştım. Aferin bana. Yoksa bunlar bir şeylerin ayak sesleri mi?


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Siz ne düşünüyorsunuz?